Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



30 Ocak 2012 Pazartesi

Çikolata Sufle

Fark ettiniz mi bilmem, bu sitede tatlı tarifi pek yok. Bunun en önemli nedeni, site sahibinin (yani benim) tatlıyla pek aramın olmayışı. Yani tatlı varsa yerim (ya da yemem) yoksa da aramam. Ancak sanırım son birkaç gündür İstanbul'u saran karlı havanın da etkisiyle aklıma tatlı düşer oldu. Böyle yazdığıma bakmayın, tüm gün tatlı pişiriyor ve sonra da hapur hupur yiyor değilim, sadece hayal ediyor ve ufak bir parça çikolata ile idare ediyordum.

Ta ki, geçenlerde komşumuza kahve içmeye gidene kadar. Komşumuz, kızlarımız oynarken o mis gibi kahvenin yanına çikolata sufle yapmıştı. Bayılarak yedim ve aklıma defterimdeki bu unutulmuş harika tarif geldi.

Malzemeleri ayarladım, tatlıyı yaptım ve komşumu davet ederek ona ikram ettim. Sonuç, gayet iyi. Haftasonu yiyen eşim de beğendi. Hal böyle olunca bana da tarifi yayınlamak düştü.

Denerseniz yorumlarınızı beklerim.

Malzemeler:

- 175 gr. bitter çikolata (paketlerin üzerindeki gramaj bilgilerinden yararlanın)
- 100 gr tereyağ
- 125 gr toz şeker (yani 1 çay bardağı + 1 tatlı kaşığı)
- 5 yumurta (oda sıcaklığında)
- 75 gr un (3 çorba kaşığı)

Yapılışı:

1. Önce terayağını ardından, kırdığınız çikolataları, arasıra karıştırarak benmari usulü eritin.

2. Diğer yanda, oda sıcaklığındaki yumurtaları şekerle çırpın. Unu ekleyip iyice karıştırın.

3. Eritilmiş terayağ ve çikolata biraz ılınınca; yukarıdak karışıma ekleyip özleşene kadar çırpın. Buzdolabında 15 dakika bekletin.

4. Bu arada, tek kişilik fırına ve buzluğa dayanıklı borcamları terayağ ile yağlayın. Karışımı, kapların yarısına gelene kadar doldurun.

5. Kapların üzerini streç filmle kapayıp buzluğa kaldırın. Bu halde bir haftaya kadar buzlukta saklayabilirsiniz (belki daha uzun da kalabilir, ancak ben 1 haftadan uzun tutmadım)

6. pişireceğiniz zaman, kapları buzluktan çıkarıp 15 dakika oda ısısında bekletin. Ardından önceden 200 derece ısıtılmış fırında üzeri ve yanları pişip ortası yumuşak kalana kadar pişirin. Ortalama 15-20 dakika arası sürede pişmiş olacaktır.

Afiyet olsun !

27 Ocak 2012 Cuma

Anı defterleri

Anne Frank'ın Günlüğü'nü bilir misiniz? Okudunuzsa, o gencecik yüreğin yazdıkları, hatıraları, yaşadıkları burnunuzu sızlatabilir. Eğer okumadınızsa, her yaşa ve herkese hitap ettiğinden mutlaka en kısa zamanda alınız okuyunuz.
Sanırım okuduğum bu kitabın da etkisiyle, ortaokula giderken günlük tutmaya başlamıştım. Hemen hemen her gün, kendimce önemli gördüğüm olayları, sırlarımı defterime yazıyor ve defterimi herkesten köşe bucak kaçırıyordum. Yıllarca böyle defterler tuttum, belki her gün yazmadım ama geriye dönüp eski yazıları karıştırmak, "hey gidi günler" demek, "ne saçma şeyleri kafama takmışım" ya da "vay neler olmuş hayatımda" diye düşünmek bana hep haz verdi. Üniversiteye giderken bir öykü defteri tuttuğumu da hatırlıyorum. Yıllar sonra bir anlamı kalmadığını düşündüğüm bu defterleri yırtıp attım, boşuna yer işgal ettiklerini düşünmüş ve özellikle annemi kaybettiğim yıllardaki ruhsal çöküntülerimi hatırlamak bile istememiştim.

Hamile kalana kadar, "akıl defteri" dışında defter tutmadım. Bu defter, eşimin "ilk görüldüğü yerde imha edilecekler" listesinin başındaydı. Çünkü bu deftere yapılacak işleri yazıyor ve liste bitene kadar başta kendim ona da rahat vermiyordum. Aranacaklar, alınacaklar, evde çeki düzen verilecekler, bavula konulacaklar, seyahatte mola verilecek yerler vs vs küçücük hafızama sığdıramayacağım ve unutmamam gereken herşey bu defterde kayıtlıydı. (Çok faydasını gördüm, özellikle yoğun çalışanlara tavsiye ederim.)

Hamile kalınca, önce uzun bir süre bekledim, ardından korka korka bir defter alıp hamilelik günlüğü tutmaya başladım. Her gün yazmıyordum, özellikle doktor kontrollerini, önemli olayları kaydediyordum bu deftere. Defter, doğumdan sonra Defne'nin günlüğü haline geldi. İlk meyve püresi yediği gün, ilk akraba ziyareti, doktor kontrolleri, emeklemesi vs vs bir annenin önemli gördüğü, unutmak istemediği ve bir şekilde ilerde kızına okutmak istediği hatıralar. Yine her gün yazmıyorum ama en azından haftada bir yazmaya özen gösteriyorum.


Defne için tuttuğum bir de yemek defteri var. Anı defterinden ayrı ve sadece yemekleri yazdığım bu defter, ilerde o da anne olduğunda büyük ölçüde yol gösterici olacaktır. Çünkü o büyük gün geldiğinde o çok tecrübesiz olacak, bense kim bilir ya unutmuş olacağım ya da belki göçüp gitmiş olacağım. İşte o zaman, bu bahsettiğim her iki defter yol gösterici olacak ve en azından Defne bir bebeğin neler yaptığı, neler yediği, bebek büyütmenin nasıl birşey olduğu konusunda fikir sahibi olacak.
Defne için kayıt tuttuğum üçüncü defter ise aslında bir kitap. Rahmetli dedeciğimin aslında benim için almış olduğu, ama kimsenin benim için doldurmadığı bir kitap.... Önsözünde, dolmakalemiyle bana hitaben çok güzel bir yazı yazmış... Bu kitap, bebeğin seceresi niteliğinde..Yani sadece kendisi ile ilgili bilgiler ve ilklerin anlatıldığı bir kitap değil, aynı zamanda soyağacığının da yazıldığı bir defter. Bir nevi nüfus kaydı da denebilir.

Yazınız, kaydediniz, ilerki yıllarda dönüp okuyunuz ve o ilk günü heyecanları yüreğinizde hissetmeye çalışınız. İşte amaç ve gelecekte hatırlanmak bu....

23 Ocak 2012 Pazartesi

Patatesli ve Sucuklu Omlet

Günün en sevdiğim öğünü kahvaltı. Şöyle özenli bir sofra, taze ekmek (hatta sokak simidi), yeni demlenmiş mis gibi çay ve olmazsa olmaz yumurta (katı, rafadan ya da omlet hiç fark etmez). Önce kolesterol dediler, ardından kuş giribi, yine de yumurtadan vazgeçemedim. Yumurtasız bir hayat, özellikle de kahvaltı düşünemiyorum. Besleyiciliği o kadar fazla ki, bebeklerin ilk ek gıdası olan kahvaltılarına yumurta sarısı ilave ediliyor.

Yumurtanın her hali güzel, ancak içinde sucuk ve patates olunca sanki bir başka öyle değil mi? Fotoğrafta gördüğünüz tarif, öğlen yemeklerini genellikle ıskaladığımız pazar gününe ait. Tombik teyzeye bu güzel omleti pişirmeme izin verdiği için teşekkürlerimle... inşallah bir gün bunun sucuksuz halini de ona yapacağım...

Malzemeler:(iki kişilik)

- 1 orta boy patates
- 3 yumurta
- Arzu ettiğiniz miktarda sucuk
- Sıvıyağ
- Tuz

Yapılışı:

1. Patatesi soyup küp küp doğrayın. Bir miktar sıvıyağ ilave ettiğiniz teflon tencerede, ağzı kapalı olarak, kısık ateşte, arasıra karıştırarak pişirin.

2. Patates pişince bir miktar tuz ilave edip karıştırın ve doğradığınız sucuğu ekleyin.

3. Ayrı bir kapta biraz tuz ilavesiyle çırptığınız yumurtayı patateslerin üzerine dökün. Teflonun kapağı kapalı olarak pişirin.

Afiyet olsun !

Not: Tuz, iki farklı aşamada ilave edildiğinden, mümkün mertebe az kullanmanızı tavsiye ederim.

19 Ocak 2012 Perşembe

1 Yaş Doğumgünü

Defne 1 yaşını dolduralı bir ayı geçti ama bu yazıyı ancak yazabiliyorum. Takip edenler bilirler, önce diş çıkarma, ardından fena bir ishal ve ardından henüz nedenini çözemediğim bir şekilde uyku düzeninin yine bozulması beni uzun yazı ve fotoğraf yüklemelerinden alıkoydu. Defne uyudukça ya ben de uyudum ya da çok kısa yazıverdim. Tabii bunlar bahane değil, insan önem verdiği işlere öncelik verir ve bitirir öyle değil mi? Neyse, geçelim ve o özel güne gelelim.

Defne'nin doğum günü 14 Aralıkta olmasına rağmen, biraz rötarlı olarak 25 Aralık'ta, çekirdek ailenin biraraya gelmesiyle kutlandı. Anne (evet ben) bu günü bir yıldır hayal ediyordum. Süslemeler nasıl olsa, ne yapsam, Defne ne giyse vs vs bin türlü şey vardı kafamda. Tüm bu telaş bir yana, çekirdek ailenin biraraya gelmesiyle, bence çok güzel bir gün geçirdik. Özellikle Defne çok keyifli ve mutluydu, önemli olan da buydu zaten, doğumgünü sahibi kendisi değil miydi?

Herşeyi son dakikaya bırakamayacağımız için, kutlamadan birkaç hafta önce pasta siparişimizi verdik ve kesin onay için son cuma gününü beklemelerini rica ettik. Aslında hayalimde sadece 1 rakamı olan bir pasta vardı, ama o pastayı 20-25 kişilik yapabiliyorlardı, oysa biz 8-9 kişi olacaktık.

Bir hafta öncesinden menümüzü belirledim. Davetlilerimizin de getirdikleriyle lezzetli ve zengin bir sofra kurulmuş oldu. Menümüzde; kıymalı ve peynirli börek, babaanneden yaprak sarma, b.teyzeden çerkez tavuğu, yengeden patates salatası ve sürpriz profiterol, kısır, doğum günü pastası ve aşure vardı.

Cuma gününden sofra malzemelerini, örtüyü, diş buğdayı gereçlerini hazırladım. Cumartesi ve pazar sabahı da kademeli olarak yiyecekleri hazırladım.

Doğum günü sabahı, ilk kez Defne'den erken kalktım ve büyük mücadele ile aşure yaptım. Çünkü diş buğdayı kutlamasını da aynı gün yapacaktık. Aşure bitti, Defne ve babası uyandı, kahvaltıları ettirildi ve akabinde birkaç komşumuza aşure götürüldü. Alelacele eve dönülerek sofra kurulmaya başlandı, davetiyeler yazıldı.


Bu sırada, komşumuz Sebla, doğum gününe uygun banner'ı ve fotoğrafta gördüğünüz mumu bize getirerek güne moralli başlamamızı sağladı. Banner'ı hemen kapıya yerleştirdik. Mumu da pastanın üzerine yerleştirmek üzere sofraya koyduk.
Hazırlıklar son sürat ilerlerken Defne'nin programı da işliyordu. Her zamanki gibi oyun oynanıyor, altı değişiyor, uyutuluyor, besleniyordu. Anne ve baba o gün hakikaten birer atom karınca gibi çalışıyordu.


Davetlilerimizin gelmesine yakın önce Defne hanım, ardından biz giyindik, süslendik. Önce amca, ardından dayı ve yenge, babanneler, b. teyze ve en son dedenin gelmesiyle ekip tamamlanarak doğum gününe geçildi. Defne, annesinin çaldığı doğumgünü şarkısı eşliğinde babasının ellerinde yürüyerek salona girdi, herkes onu alkışladı, video ve fotoğrafları çekildi. Ne kadar heyecanlı, şaşkın ve mutlu olduğunu unutamayacağım.

Doğum günü kutlamasının ardından diş buğdayı için yere beyaz bir örtü serdim. Üzerine önceden hazırladığım ayna, müzik aleti, kitap, ateş ölçer, kalemi koydum. Defne'yi yere bırakarak önce hangisine uzanacağını merakla bekledik. Bizimki önce müzik aletini ardından kitabı eline alarak bizi şaşırttı. Acaba müzisyen mi olacak ya da akademisyen mi diye düşündük.
Akşam olunca davetliler birer ikişer kalkmaya başladı, o kadar tatlının arasında aşure rağbet görmeyince minik kaplara koyup gelenlere verdim. Ortalığı biraz toparlayıp Defne'yi uyuttuk. O gece yatarken, henüz bunun yorgunluğu ve sevincini sindiremeden, ikinci yaş gününü planlamaya başladığımı itiraf edemeden geçmeyeceğim.

Nice yaşlara minik kızım, hep böyle kalabalıklarda, sevenlerin yanıbaşında, sağlık ve mutlulukla....

16 Ocak 2012 Pazartesi

Kazan Kebabı

Sigara içer misiniz? Ben içmem, içene de hoş gözle bakmam. Çünkü sigara, kişinin sadece kendisini zehirlediği bir nesne değil, hiç hakkı olmadığı halde etrafına da zehir saçtığı bir merettir. Evet, biraz sert oldu bu yazdıklarım ama doğru.

Konuya neden buradan girdim derseniz. Patlıcan, içerisinde doğal nikotin bulunan bir sebze. Bu yüzden de bebeklere/küçük çocuklara verilmiyor, bunu biliyor muydunuz? Amacım patlıcana zararlı demek değil, zaten çok severim kendisini. Demem o ki, sigarayı bırakırken bir süre patlıcanlı yemeklere ağırlık verebilirsiniz. İsterseniz çok pratik ve kebapçıları aratmayacak bu tarifle başlayın işe..

Kazan kebabı, Urfa'nın yöresel yemeklerinden biri. Bu kebap hazırlandıktan sonra ister ocakta ister odun fırınında pişirilebilir.

Kazan kebabının yanında fırın patates ve közlenmiş soğan yedik. Dilerseniz, pilavla da servis yapabilirsiniz.

Malzemeler:

- Patlıcanların içerisini doldurmaya yetecek adet köfte (ben buzluktaki hazır köftemi kullandım. Her zamaki tarifinizle yaptığınız köfteyi kullanabilirsiniz. ) 
- 2 ya da 3 adet patlıcan (doldurması kolay olsun diye düz olanları seçin)
- 1 yemek kaşığı sıvıyağ
- 1 tatlı kaşığı domates salçası
- Salçayı sulandırmak için bir çay bardağı ılık su

Yapılışı:

1. Patlıcanları alacalı soyun. 2 parmak boşluk kalacak şekilde ve koparmamaya dikkat ederek verev kesin.

2. Kestiğiniz yerlere birer köfte yerleştirin. Görüntü, aşağıdaki gibi olacak.



3. Yağladığınız tencereye yerleştirdiğiniz patlıcanların üzerine ılık suda ezdiğiniz salçayı gezdirin.

4. Önce orta ateşte, salçalı su kaynayınca kısık ateşte patlıcanlar yumuşayana kadar pişirin. pişme esnasında, salçalı sudan alarak patlıcanların üzerine gezdirebilirsiniz.

Piştikten sonra patlıcanların dağılmamasına dikkat ederek bir fıın kabına alabilir ve üzerini kızartabilirsiniz.

Fırın patates için;  arzu ettiğiniz miktarda patatesi soyun ve elma şeklinde dilimleyin. Sıvıyağ ve tuzla harmanlayın. Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine koyup, önceden 200 derecede ısıtılmış fırında pişirin.

Közlenmiş soğan için; arzu ettiğiniz miktarda kuru soğanı soyduktan sonra dörde kesin, fırın kabına yerleştirin. Yukarıda anlattığım şekilde patateslerle birlikte pişirin.

Afiyet olsun !

13 Ocak 2012 Cuma

Nasıl beslendim

Minik Defne’min nedense yine bozulan “uyku düzeni” yüzünden yazamadım bir süredir. Gecede bir kez kalkan ve kolayca uyuyan kızım, nedense bir süredir 2-3 kez kalkıyor ve uykuya dalana kadar hayli zaman geçiyor. Bu da benim uykumun iyice açılıp kaçmasıyla neticeleniyor ve ben yine gündüzleyin o uyuyunca uyuyorum. Oysa kendime ayırabileceğim yegane zaman onun gündüz uyuduğu yarım en fazla bir saatler. Neyse… Gelelim başlığa,


Hamileyken ne yemek gerekir sorusu, aslında doktorunuza yöneltilmesi ve onun tavsiyelerine göre hareket edilmesi gereken bir konu. Çünkü artık iki kişisiniz, herşey siz ve doğacak bebeğinize özel, sizin durumunuza uygun olmalı. Dolayısıyla burada yazdıklarım doktorumun yönlendirmesiyle, tamamen benim tercihlerim, Defne ve benim için doğru olanlar.

37. haftada Defne'min doğmaya karar vermesiyle birlikte sona eren hamileliğimde toplam 10,5 kilo aldım. Hayatımda 50'leri hiç görmemiştim, hamileyken nasip oldu, bir daha da görebilecek miyim bilemiyorum. Kilo almamak, "fit kalmak" için özellikle birşey yapmadım, burada yazdığım şekilde beslenerek aç da kalmadım. Sanırım yaşam tarzım ve genetik özelliklerim de aldığım kilolara etken oldu.

Sabah 9 akşam 18, masabaşı çalıştığım bir işim vardı. Günüm bilgisayarın karşısında geçiyordu. Bir saatlik öğlen tatilimde işyerimin yemekhanesinde yiyor ve ardından hava güzelse yürüyüşe çıkıyordum. Vaktim varsa bir süre de parkta oturuyordum. Yürüdüğüm yer, nispeten trafiğin az olduğu, yokuş olmayan bir güzergahtı.

Sabahları mutlaka haşlanmış bir yumurta, büyük bir bardak süt, bir kaşık bal, peynir ve ekmek yiyordum. Haftasonu, bunlara domates-salatalık, daha büyük bir peynir tabağı da ekleniyordu.

Sabah-öğle arası; fındık-ceviz-badem yiyordum.

Öğle yemekleri açısından, işyerimde yemekhane olmasının ve salata büfesi bulunmasının çok yararını gördüm. Tabii bir de yemek koyan teyzeler beni o kadar seviyorlardı ki, almadığım bir yemekten bile "küçük kaseye koyuyorum, biraz ye canın çeker sonra" diyerek az da olsa veriyorlardı. Onların hakkını nasıl öderim bilemiyorum.

Yemekhaneden orta boy bir kase yoğurt ve bir-iki porsiyon da meyve alarak, bunları öğleden sonra masabaşında yiyordum.

Ekmek-pilav- makarna- tatlı porsiyonlarını küçük ya da hiç, salata- sebze- et- meyve porsiyonlarınıysa büyük tutuyordum. Bu noktada "yemesem acaba ayıp olur mu" endişesini bir kenara bırakmıştım.

Akşam yemeğinden sonra yine meyve yiyordum.

Kahve ve çayı az da olsa içmiyordum.

Akşamları ve haftasonlarıysa yine anlattığım şekilde beslenmeye, özellikle işyerimde pişmeyen yemekleri (balık gibi) yemeye özen gösteriyordum.

Arada acıkıp da canım "zararlı" birşeyler istediğinde, işyerimin bodrum katındaki kafeteryadan kepek ekmeğine beyaz ya da kaşar peynirli tost/ bir dilim kek ya da poğaça alıyordum. Bunlar günlük pişirildikleri için içlerinde katkı maddesi olmadığını biliyordum, içim rahattı.

Hamileliğinde gıda zehirlenmesi geçiren bir arkadaşımdan korktuğum için, mümkün olduğu kadar dışarıda yemedim, yediysem de çok bilinen yerlerde çok tüketilen şeyleri yemeye özen gösterdim.

Defne gayet sağlıklı olarak, 2.900 gram doğdu. 40 haftayı tamamlasaydı eminim 3 kiloyu geçecekti. Dolayısıyla bu yeme şekli ikimize de yaradı….

7 Ocak 2012 Cumartesi

Ispanaklı Pizza

"Yılın ilk günü nasıl geçerse, tüm yıl da öyle geçer" hurafesine kendimi kaptırarak, bu yıl 1 Ocak gününün özenli ve huzurlu geçmesi için kendimce elimden geleni yaptım. İşte, dolaptaki nohut yemeği yerine "özel" olsun diye, iki ayağım bir pabuçta akşam yemeği olarak hazırladığım pizza. Hem tadı güzel oldu hem de pizzaya sebze koyarak sadece"hamur" yemekten kurtulduk.

Denerseniz yorumlarınızı beklerim.

Malzemeler:

Hamur için: Yarım paket yaş maya, 1 su bardağından bir parmak eksik ılık su, bir küp şeker, tuz, un.

Üzeri için: İki demet ıspanak, 8-10 adet mantar, bir kuru soğan, 4-5 dilim salam, 1 tatlı kaşığı salça, salçayı eritmek için bir miktar su, rendelenmiş kaşar peyniri, karabiber.

Yapılışı:

1. Hamuru buradaki tarife göre hazırlayın, bekletin, açın ve üzerine salçalı suyu sürün.

2. Hamur dinlenirken, diğer yanda ince doğradığınız ıspanak ve irice doğradığınız mantarı bir miktar yağda, tavanın ağzı açık olarak pişirin. Böylece suyun buharlaşmasını sağlarsınız. 

3. Salamı küp şeklinde, soğanı piyazlık olarak doğrayın.

4. Pizza hamurunun üzerine önce sebzeleri yayın. Ardından salam, soğan ve rendelediğiniz kaşar peynirini yerleştirin. bolca karabiber ekin.

5. Önceden 200 derecede ısıtılmış fırında üzeri kızarana kadar pişirin.

Afiyet olsun.

4 Ocak 2012 Çarşamba

"Engel"li Hayat

Bugün Defne'yle, bir cesaret oturduğumuz apartmana 200 metre uzaklıktaki markete gittik. Evde süt ve yeşillik kalmamıştı, yeşillik neyse de sütün aciliyeti vardı çünkü Defne'ye yoğurt yapmam gerekiyordu. Sütü pekala apartman görevlisinden de isteyebilirdim, ama olsun, aslında kafamdaki "acaba eşim olmadan Defne'yle markete gidebilecek miyiz" sorusuna cevap bulabilmekti.

Böylesine basit bir aktiviteyi neden abartıyorum ve neden böylesine basit bir konuyu bloguma taşıyorum... Çünkü İstanbul demek "engel" demek. Bunu puset kullanıcıları ve "engel"liler bilebilir. Nasıl mı?

Geçen cumartesi Defne'siz evden çıkarak, yüksek + yarısı kırılmış ya da bir şekilde yamuk döşenmiş kaldırımların üzerinden atlaya zıplaya, su birikintilerine aldırmadan, yol vermeyen arabaların arasından türlü cambazlıkla geçerek rahatlıkla markete gittim. O gün "markete gitmek" blogda paylaşılası bir olay, kaldırımlar ve trafik, market yolunda "engel" değildi; herşey rutindi, "ne var işte markete gidiyorum ben"di.

Oysa bugün, sitenin kapısından çıkarken kalbim çarpmaya başladı. Kaldırımdan gidemeyecektik, çünkü kaldırıma çıkacağımız basamak çok yüksek, puset + Defne çok ağırdı. Üstelik kaldırımdan inip karşıya geçeceğimiz yerde arabaların park etmiş olma ihtimali vardı ve iki arabanın arasından bir puseti geçirmem imkansızdı. Bu yüzden Allah'a emanet, mümkün olduğu kadar park eden arabalara yapışık vaziyette hızla ilerledik. Şansımıza, karşıya geçeceğimiz yerde trafik azdı ama yine de aniden çıkabilecek motorsikletleri de düşünerek iki kez, iyice sağa sola bakındım. Neyse karşıya geçtik ve Allah'tan karşıdaki rampadan kaldırıma çıktık. (oraya basamak değil de rampa yapana içimden teşekkür ettim, yüksek kaldırımlar İstanbul'un vazgeçilmezi mi??)  Bu sefer eğri büğrü kaldırımda ilerleme savaşı bizi bekliyordu, ancak yokuş aşağı gidecek olmanın da avantajı ile bir şekilde kendimizi markete attık.

Markette, hem puset hem market arabası ya da sepeti taşıyamayacağıma göre, ya görevlilerden yardım isteyecektim (ki bugün yardım istememe inadım tutmuştu, kendi kendime ne kadarını başarabileceğimi sınamak istiyordum) ya da bir şekilde kendim debelenecektim. Tahmin ettiğiniz gibi ikinciyi seçtim, yeşillik poşetini bileğime geçirip hızla buzdolabına gittim. Sütleri de alıp, Defne'yi rahatça takip edebileceğim bir yere bırakarak apar topar kasaya koşup elimdekileri bırakıp pusete geri döndüm. (Evet, Defne'mi kaçırırlar mı endişesi ve kahrolsun üçüncü sayfa haberleri)

Ödemeyi yaptım, poşetleri pusetin altına yerleştirdim ve marketten çıktık. Serüven bu sefer geri işleyecekti. Yani yokuştan çıkacak, rampadan inecek ve yine park etmiş arabalara teğet şekilde evin yolunu tutacaktık. Yokuş kısmında biraz zorlanınca orada sigara molası vermiş market görevlisi pusetin ucundan kaldırıverdi, sağolsun ben istemeden imdadıma yetişti. Karşıdan karşıya geçmek için bu sefer biraz bekledik, çünkü arabalar hızlı geçiyordu. Neyse, güç bela apartmanın kapısına ulaştık.

Tabii iş burada bitmiyordu. Apartman girişindeki merdivenler sağolsun, önce kucağımda Defne ile eve çıktım, onu yatağına hapsedip, puseti almak için hızla aşağı indim. Puseti de eve getirince market serüvenimiz sona ermiş oldu. Bir daha bu şekilde markete gider miyim? Evet, ama sadece ve sadece bugünkü gibi acil durumlarda.

Gelelim sadede: 

Belki bugün yol kenarında gözünüze çarpan ve arabanızla hızla yanımdan geçerken içinizden, "Allah'ın cezası kadın pusetle yolda ne işin var senin" dediğiniz kişi bendim, gayet masum istekler ve beklentilerle evimden çıkmıştım.

Maksimum 2-3 yıl pusetli bir hayatım var ama ya "engel"liler?? Eğer tekerlekli sandalyeye mahkum kalmış olsaydım bugün ne yapardım bilemiyorum. Hem oturduğum apartmanı hem semtimi ya da şehrimi değiştirmek ya da herşeyden vazgeçip tekerlekli iskemlemle birlikte eve de hapsolmak zorunda kalacaktım... nasıl yani, düşünmek bile istemiyorum....

Hayat, birbirimize "engel" olmak mıdır??

** Bu yazıma, yamuk kaldırımların da bir fotoğrafını eklemek isterdim. Ama halden anlayacağınız gibi, puset + "engel"lere bir de fotoğraf makinesi ile çekim yapma fantazisini ekleyemedim.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Balık Sofrası

Deniz ürünlerini sever misiniz? Ben bayılırım. Sabah kahvaltısında bile (tabii  kahvaltıya uygun şekilde füme ya da akşamdan kalan soğuk balık) afiyetle balık yiyebilirim.

Balığın ne şekilde piştiğinin benim için çok da önemi yok, ama sorarsanız buğulamayı tercih etmem. Çünkü nedense sebze ile balığı yakıştıramıyorum. Bence ızgara ya da tava balığa daha çok yakışıyor.

Balığı (levrek ya da çipura) temizledikten ve iyice yıkadıktan sonra, çok az zeytinyağı ilave ederek büyük boy kapaklı bir teflon tencerede ağzı kapalı olarak pişiriyorum. Böylece hem üzeri güzel kızarıyor hem de içi iyi pişiyor. Pişirirken her iki yanına bir miktar tuz da serpiyorum. Arzu eden tavaya bir iki yaprak defne de koyabilir.

Balık sofrasına en yakışan taze ekmek, mevsim salata ve kırmızı soğan. Diğer herşey olmazsa da olur...

Mevsim salatanın tarifi damak zevkinize ve alışkanlıklarınıza kalmış. Kışın bizim tercih ettiğimiz; marul, mor salata, turp, şalgam ve konserve mısırdan oluşan bir salata. Limon, zeytinyağı ve tuzla da klasik salata sosu.

Kalamar tava için, dondurulmuş kalamarın çözülmesini bekleyip kağıt havlu ile kurutuyorsunuz. Ardından una bulayıp yağda kızartıyorsunuz. Kalamarın yumuşak olmasını isterseniz, çözüldükten sonra birkaç saat sütte bekletebilirsiniz.

Karides güveci ise buradaki tarife göre pişirebilirsiniz.

Afiyet olsun !
 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac