Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



31 Ekim 2013 Perşembe

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın meşhur romanı değil konum. Konum bizim ev ve değişen "düzen"imiz. Daha evvel yazmıştım bir yerlere. Bu saatleri ayarlama işi bize yaramıyor demiştim, protesto etmiştim, nafile, yetkililere yine sesleniyorum huzurunuzda "Rica ediyorum lütfen her sene bir ileri bir geri oynatmayın düzenimizi, tam da -aha da oldu bu iş- derken başa sarmayın çabalarımızı, fedakarlıklarımızı, sınamayın sabrımızı". Saatlerin yeniden ayarlanmasıyla, geçen her gün yepyeni saatlerde kahvaltı ve yemeğini yiyen, uyuyan ve uyanan minik Defne'nin geldiği son durum şudur; sabah 6- 6,5 gibi uyanma, öğlen 1 ya da 1,5 saatlik uyku ve akşamları 10'da uyuma. Şaka maka değil, zaten uykuyu sevmeyen çocuk, saatlerin alınması ve bizim yeni saate uyum göstermesi için uyguladıklarımız sonucu bu hale geldi. Şikayet değil bu anlattıklarım, bizim evin halleri. Zaten neticede ve samimiyeten söylüyorum ki, her sabah, sağ ve sağlıklı uyandığımız için şükrediyorum, gerisi gerçekten boş.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Fırında Kremalı Patates

Ailecek bayıldığımız bir tarif bu. Zaten içinde patates ve krema olması başlıbaşına yetiyor lezzetli olmasına, el oyalamadığı için çalışan hanımlar da şipşak pişirebilirler. "Peki neyin yanına yapıyorsun?" derseniz, tercihen köfte ya da ızgara etlerin yanına. Ya da çok sıkışıksam hayat kurtarıcı bir yardımcı yemek olarak pişiriyorum. Deneyenlerin pişman olmayacağına eminim. Yapılışı şöyle; 4 adet orta boy patatesi soyup önce ikiye bölüyoruz ardından, yarım halka şeklinde, yapabildiğimiz kadar ince doğruyoruz. Doğradığımız patatesleri bir karıştırma kabına alıyoruz. Üzerine tuz, karabiber, 200 ml'lik bir paket kremayı döküyoruz. Ardından bir su bardağı kadar rendelenmiş kaşar hazırlıyoruz. Bunun yarısını da patatesli harca ilave edip iyice harmanlıyoruz. Yarım su bardağı süt ilave ediyoruz. Bir diş sarımsağı soyup ikiye kesiyoruz, kesik kısmını borcamımızın her yanına sürüyoruz, ardından borcaı iyice yağlıyoruz. Kalan sarımsağı patatesli karışımaa doğruyoruz. Tüm karışımı borcama döküp 200 derecelik fırında 20-25 dakika kadar pişiriyoruz. Ardından kalan rendelenmiş kaşarı da üzerine serpip üzeri kızarana kadar aynı ısıda pişirmeye devam ediyoruz. Afiyet olsun !

25 Ekim 2013 Cuma

Dün, Bugün, Yarın.....

25 Ekim 1996 cuma, annemin işyerinde beyin kanaması geçirmesi ve apar topar hastaneye kaldırılması. 25 Ekim- 7 Kasım 1996; büyükbabacığımla, bitkisel hayattaki annemin başında beklememiz. Büyükbabamın beni zar zor okula yollaması, kulaklarımdan hiç çıkmayan "annen geçmiş, sense geleceksin yavrum" lafı... Kardeşimin, dayımlarla kalması. 7 Kasım 1996 perşembe; annemin vefatı. Bir anlamda "oyun perdesinin kapanarak etrafın zifiri karanlığa bürünmesi" 9 Kasım 1996 cumartesi; annemin toprak anasına kavuşması. 25 Ekim 2013 cuma, Defne'yi yuvaya bıraktıktan sonra nostalji amacıyla İstiklal Caddesine gidişim. Hiç planda yokken, çok sevdiğim ve yıllardır uğramadığım filatelist büyüğümün dükkanında saatlerce sohbet edişimiz. Defne'nin çıkışına zar zor yetişmem. Onu alıp eve getirmem, yedirmem, içirmem, uyutmam...... 25 Ekim 2013- .......; son günlerde yaptığım ziyaretler, yaşadıklarım, gördüklerim ve en son bugünkü o uzun sohbet ardından daha farklı yaşamaya karar vermem. En değerli varlığım beynime yatırım yapmayı kafama koymam. Değişim, gelişim, her yaşta öğrenme, yeniliklere açık olma vs vs. Hayat, seni yaşayacağım.....

23 Ekim 2013 Çarşamba

Mevlana'dan

Allah der ki, "kimi benden çok seversen onu senden alırım" ve ekler, " Onsuz yaşayamam" deme, seni onsuz da yaşatırım. Mevsim geçer. gölge veren ağaçların dalları kurur, sanır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar. Dostun düşman, düşmanın dost olur. Öyle garip bir dünya, "olmaz" dediğin ne varsa hepsi olur. "Düşmem" dersin düşersin, "şaşmam" dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, "öldüm" der durur yine de yaşarsın. 35 yıllık hayat tecrübemle tamaman sabit olan bu söz, tesadüfen facebook'ta karşıma çıktı. Paylaşmadan edemedim. Pastırma yazı tatlı havasıyla bizi büyülese de, güneş geçtiğinde soğuk içimizi ısırmaya başladı. Yağmurların, karın, soğukların eli kulağında. Yeniden kış geliyor, yaşayıp da görenler için. Görüp de anlayanlar için. Her ne olursa olsun yaşamın ve sevginin kıymetini bilenler için.... Takvimlerden Ekim sonu, fark ediyorum ki 1996 ile aynı günleri yaşıyoruz. O sene de 24 Ekim perşembeye, 25 Ekim cumaya denk gelmişti. Gelmişti de, asıl roman orada başlamıştı. Kalbim küt küt, moralim bazen diplerde, kolay değil 17 sene oldu. Tıpkı alıntıladığım gibi, Allan beni onsuz da yaşattı... Bir zamanlar, o en karanlık zamanlarımda bir yerlere karaladığım gibi, "herşeye inat en çok da sinsi düşmanım karamsarlığıma inat, seni yaşayacağım hayat" Ve 17 sene sonra şimdi ekliyorum, "ve herşeye rağmen mutlu olacağım, mutlu edeceğim hayat"....

4 Ekim 2013 Cuma

Yazdım, Okudum, Dinledim

Rüya gibi bir yazın ardından mevsimlerden sonbahar, üstelik mevsim normallerinin altında soğuklar, erkenden yanan kalorifer, çıkan kışlıklar, karanlık günler.... Ama müjdeler olsun ki haftaya sıcaklık normale dönecekmiş, yani kışa daha var, üstelik pastırma sıcakları olacak daha, sevinin ey ahali!!!

Bu postumda yaz tatilinde yazdıklarımı, okuduklarımı, dinlediklerimi paylaşmak istiyorum. Hem fikir vermesi hem de o sıcacık günleri tekrar yaşamam adına....

Malum Defne'yle uzunca bir süre yazlıkta kaldım, bu yaz verdiğim en iyi ve doğru karardı. Onu uyuttuğum öğlenler ve akşamlar bol bol kitap okudum. Biliyorsunuz internetim yoktu. Ayşe Kulin'in "Dönüş" adlı romanıyla başladım, ancak maalesef bana hitap etmedi, belki roman sevmediğim için ama arkadaki tanıtım yazısının zihnimde açtığı kareleri bulamadım okuduklarımda.

Sonrasında biraz da ingilizcemi unutmamak için eşimin internetten aldığı " Can we still be friends" isimli, yazarı Alexhandra Shulman olan kitabı okudum. Bu da bir romandı ve fena değildi.

Tatilin son demlerinde, bildiğimden şaşmayım prensibime dayanarak, Hıfzı Topuz'un kaleminden Nazım Hikmet'in hayatını okudum. "Hava kurşun gibi ağır" isimli bu kitap bana çok iyi geldi, sadece şiirlerini tanıdığım bu ünlü şairimizin hayatını öğrenmiş oldum. Keyifle okuduğumu söyleyebilirim.

Bol bol bulmaca çözdüm, rahmetli büyükbabam"hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" derdi, yani "insan unutur" ben de unutmamak için, tüm kış gazete eklerinden biriktirdiğim bulmacalarımı çözdüm durdum.

Her ne kadar internetim yoksa da sonrasında kullanmak üzere birkaç yazı ve başlık hazırladım bir yerlere. Kimini yayınladım kimi başlığın altını doldurmaya henüz sıra gelmedi.  Mümkün olduğukadar kendimi internet ve bilgisayardan ayrı tuttum bu tatilde, evet belki mecburiyetten amafena da olmadı desem...

Yazlıkta sahil gazinosunda en çok çalınan şarkı Gripin'in "Koklasam huzuru Ege'de" isimli şarkısıydı. Defne o kadar bayılmış olacak ki bu şarkıya, bir gün onu, sözlerini mırıldarken yakaladım. "Kokgasam hujuru egedeeee aşşşkk neyden neyeyeeee" gibi birşeyler diyordu ki, miniciğimi tutup bağrıma bastım. Ve bunun üzerine sevgili müzikseverimle dinlemek ve bu yazı ölümsüzleştirmek için eşimden, doğum günü hediyesi olarak Gripin'in cd'sini istedim. İçindeki herbir şarkıya bayıldım.

Eski usul kasetçalarımızın antenini denize doğru ayarlayıp karşı kıyının, yani Yunan tarafının, müziklerine verdim bizi. Tınılar bizimkilere o kadar benziyordu ki, hatta arada çalan Türkçe şarkıları duyunca gururum kabardı. Tarkan, Sertab, Nil Karaibrahimgil oralarda da popüler ne güzel...

Benim açımdan işte böyle geçti bir yaz. İnternetin olmadığı yıllardaki gibi, dolu dolu, başka açılardan sosyal ve doyumlu. Gel gör ki, biz zamane insanının hastalığı, internet bağımlılığı beni yine esir aldı, hiç de şikayetçi değilim... Hadi bu da bir başka yazının konusu olsun....


3 Ekim 2013 Perşembe

Sütlü İrmik Tatlısı (şeftali soslu)

Yapımı gayet basit, lezzetli bulduğum bir sütlü tatlı daha. Tarifini belli bir yerden almadım, bendeki eski bir tarifi internetten bulduğum bir başka tarif ve eski bir gazete kupüründeki tarifle birleştirdim. Bu yüzden doğaçlamaya yakın diyebilirim.

Gelelim en önemli kısma, benim nazlı gurme ilk yapıldığı gün meraktan bir tane şapır şapır yedi, akşam tekrar verince reddetti ve bu akşam yarısını mideye indirdi, yani bizim ev için geçerli not verilmiş oldu.

Malzemeler;

2 su bardağı süt ( kıvam katı olduğundan gelecek sefer 2,5 ya da 3 su bardağı ile denenecek)
6 çorba kaşığı toz şeker
6 çorba kaşığı irmik
Gözkararı tereyağ

Sosu için; 1 şeftali (rendelenmiş), 2 ya da 3 çorba kaşığı toz şeker (tadına bakılarak miktar değiştirilebilir, 1 tatlı kaşığı nişasta(defnenin pirinç unlu karışımını kullandım), çok az su.

Üzerine, bir miktar dövülmüş fındık.

Yapılışı;

Muhallebi kısmı için; toz şeker ve irmiği tencereye alıp iyice harmanlıyoruz. Ardından azar azar sütü ilave edip karıştırıyoruz. Ocağa koyup, sürekli karıştırarak pişiriyoruz, ateşten alınca tereyağını ekliyoruz. Bu karışımı azar azar tek kişilik kaplara paylaştırıyoruz.

Sosu için; şeftaliyi küçük bir tencereye rendeliyoruz, üzerine şeker ilave edipbir iki taşım kaynatıyoruz. Bir kapta nişastayı çok az suyla eritiyoruz ve şeftaliye ilave ediyoruz. Kısık ateşte Devamlı karıştırarak kıvamlı bir sos olmasını sağlıyoruz. Sosu, borcamlar daki tatlıların üzerine paylaştırıyoruz.

Üzerini dövülmüş fındıkla süslüyoruz.

Afiyet olsun.

1 Ekim 2013 Salı

Ben, Sen, O...... BİZ !

Dün itibariyle yine açıldık,saçıldık. Şapkadan kuş mu çıkacak civciv mi derken, neticede beni hiç ama hiç şaşırtmayan hatta az bile bulduğum bir "demokratikleşme paketi" önümüze seriliverdi. Çok önemli maddeler vardı içinde, ülkemizi ve biz vatandaşları " ileri demokrasiye" götürecek, tam da ihtiyaçlarımıza cevap veren.

Mesela eğitim sistemi netleşti, iş bulma güçlükleri azaltıldı, asgari ücretten vergi kesilmesine son verildi, büyük şehirlerin trafiği çözüldü, temel gıdalar ucuzladı vs vs herbirimizin bekleyip de yıllardır hasretini çektiği güzeliklere kavuştuk, hayırlı uğurlu olsun.

Dün metro girişinde romen bir vatandaşımız, kucağında 5 aylık olduğunu tahmin ettiğim bebeğiyle dileniyordu. Bebek bir yandan koh koh öksürüyordu, belli üşütmüş yavrucağız, ciğerlere inmiş. Hemen yanlarına gittim, "müjdemi isterim" dedim. Başbakanımızın bir paketi var size, romen vatandaşlara enstitü kurulacakmış, bundan böyle güllük gülistanlık. Kadıncağız bir sevindi ki sormayın, meğer yıllardır hasretini çektiği demokratik ülke rüyası gerçeğe dönüşmüşmüş böylece...

Kendi adıma düşündüm sonra. İlkokuldan mezun olalı şaka maka 24 yıl oluyor. Tam 40 kişiydik sınıfta, hatta mezunşyete yakın sanırım 42 idi sınıf mevcudu. Neredeyse her birinin ismini ve o çocuk hallerini hatırlarım. Neyse, sabahları sıraya dizilir önce marşımızı ardından andımızı okurduk, sesimiz yeterince gür çıkmazsa rahmetli okul müdürümüz bize tekrarlatırdı. Avaz avaz haykırırdık. Kimi kez detone olurduk ama okurduk işte. Çok şükür iyi öğretmenlerimiz varmış, bizim ezberden okuduğumuz o her satırı birebir açıp anlatmışlardı özde ne denmek istendiğini. İçeriğini bilmezsen duygusunu anlamazsın, neden o kadar önemli olduğunu kavrayamazsın hesabı. İşte bu yüzden okullarda andımız okutulmayacak artık, artık hedef ileri gitmek değil, sorgulamamak, başkaldırmamak, padişah efendimize sonsuz itaat.

O 42 çocuk ne kadar da farklıydık birbirimizden. Kimimiz hep sınıf birincisiydi, kimimiz kırıklarla dolu karnesiyle evine giderdi, kimimiz sarışın kimimiz esmerdik, ben kıvırcıktım mesela, kısa boylular önde uzunlar arkada otururdu, yaramazlık eden tek ayak dururdu, daha neler neler. Ama bu kadar farkın arasında marşımızı ya da andımızı okurken tek ses olurduk, ben-sen- o biter, biz gelirdi ve seslerimiz birbirine karışır ortalığı inim inim inletirdi. Hiçbirimiz de gocunmazdık okuduklarımızdan, sözlerden, o sözlerin arkasında yatan derin anlamı özümsemiştik çünkü. Birbirimizin farkılıklarıyla değil, birlikteliğimizle meşguldük. Çünkü bölünerek azalır çoklar, parmaklar biraraya gelince yumruk olur ve işte o yumruk, bizi ayırmak isteyenelerin kabusudur.

Bu sabah ilkokul arkadaşlarımla uyandım, onların masum çocuk yüzleriyle, ve içimden andımızı okudum. Hani şu defnenin artık okulda okumayacağı andımızı. Evde ona ezberletmeye başlayacağım ve yaşı geldiğinde anlamlarını tek tek hafızasına kazıyacağım sözleri.....

Sen kimsin bilmiyorum ama ben,

Türküm, doğruyum, çalışkanım

İlkem, küçüklerimi korumak, büyükletimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm yükselmek, ileri gitmektir.

Ey büyük atatürk, açtığın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim.

Varlığım türk varlığına armağan olsun

Ne mutlu türküm diyene.......


 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac