Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



29 Ağustos 2013 Perşembe

Çan Eğrisi

Yazlık sitemizin neredeyse 40 yıllık geçmişi var. Kooperatif sistemiyle başladığından topraktan girenler, sonradan ev sahibi olanlar vs aynı kalıyor gibi gözükse de aslında hep bir devinim içinde. Her yaş grubundan insana yazlık dinlence ve eğlence yeri burası. Çok yaşlılar da çok minikler de var. Bu yüzden plaj, gazino, dondurmacı çeşitli olaylara, manzaralara sahne oluyor. Her bir kare geçmişi ya da geleceği anlatıyor, kimi hüzünlü kimi mutlu.

Anneciğim hayatın bir çan eğrisi olduğunu söylerdi. Doğarsın, büyürsün ve sonunda yaşlanarak bir nevi başladığın noktaya geri dönersin. Benjamin Button’un hikayesinin tam tersi yani….

Doğarsın….. Kimseyi tanımıyorsundur, konuşamıyor, tuvaleti kullanamıyor, yiyemiyor, kendini besleyemiyorsundur. En basit ihtiyaçların için bir başkasının yardımına ihtiyacın vardır. Herkes sana özen gösterir, sabırla bakar, ilgilenir. Bildiklerini öğretmeye çalışırlar.

Büyürsün… Öğrenirsin, öğrendikçe öğrenirsin, hep bir şeyler vardır önünde. Gezilecek yerler, kazanılacak para, girilecek sınavlar, aile olma, yiyip içme zevkleri, izlenecek filmler, gidilecek sergiler, sonsuz gibi gözüken zaman…..

Ardından yaşlanırsın…. Arkanı dönüp baktığında kısa gibi gözükse de aslında upuzun bir yol katetmiş olduğunu görürsün. Gezdiğini gezmiş, aileni kurmuş ya da kuramamış, yemiş-içmiş, sınavları atlatmış ve en önemlisi tercihlerini yapmışsındır. Artık yolun sonu yaklaşmıştır, en azından bir bu kadar “macera” daha yoktur yaşanacak. Fiziken de ellerin titremeye başlamıştır, isimleri-ilaçlarını- adresleri o kadar kolay hatırlayamıyorsundur, merdivenleri inip çıkmak bir kenara bazen yataktan doğrulmak bile zor gelmeye başlamıştır, ayakkabılarını bir başkasının bağlamasına seviniyorsundur. Özen isteyen, sevgi ve şefkat bekleyen minik bir bebekten farkın beyazlaşmış, yer yer dökülmüş saçların, takma dişlerin, pörsümüş cildindir.

Evet bir çan eğrisidir hayat. Başladığın noktaya seni geri getirir. Sanırım önemli olan tüm dönemlerde mutlu olabilmek, mutlu edebilmek ve yaşama sevincini kaybetmemek....

** Bu yazı, sabahları erken saatte kocaman bir can simidine girerek denizin tadını çıkaran hayli yaşlı amca ve onun refakatçisi için yazıldı. Ona, yaşama sevincine, deniz ve yüzme aşkına ve bana öğrettiği hayat dersine teşekkürlerimle ……

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Adalet, Mülkün Temeli'dir

(Zuladaki yazılardan biri)

Buradaki haberi okuduğunuzda ne düşünüyorsunuz? Okuduğunuzu nasıl, ne şekilde anlıyorsunuz?

Evet palalı bir adam vardı, İstiklal'de terör saçtı, bir kadını tekmeledi, polis ona müdahale etmedi. Bunlar yaşananlar, peki ya sonrası?

Bir şekilde polis onu olay anında gözaltına almadı, aslında almalıydı çünkü ortada fiilen işlenen bir suç vardı ve polis de suçun yanıbaşındaydı. Hani evinize hırsız girse ve polis apartmanın koridorundan sadece seyretse, hırsız çalsa çırpsa yükleyip götürse ve polis sadece seyretse. İşte buna benziyor, ama işin daha vahimi adam resmen yaralama/öldürmeye programlıydı. Cana kast yani, hani mal yerine konur da can?

Neyse dağıtmayayım konuyu. Adam bir şekilde, olay mahallini terk ediyor, ama TCKN'sine kadar her şeyi ortada. Kamuoyu baskısı vs derken gözaltına alınması icap ediyor, "e bir soralım bakalım neymiş derdi" hesabı. Ve adama telefon edilip karakola davet ediliyor. O da davete icabet edip tırıs tırıs karakola gidiyor.

Haber metni aynen şöyle " Vali Hüseyin Avni Mutlu, palalı saldırganın teslim olmadığını, gözaltına alındığını söylerken Sabri Çelebi'nin ifadesinde, polisin kendisini telefonla çağırdığını söylemesi de tartışma yarattı. Üst düzey bir emniyet yetkilisi, "Bu da bir gözaltı yöntemidir. Kişinin kaçmayacağına yönelik bir değerlendirme yapılmış ve telefonla aranmış ve gelmiştir. Bugün yapılan bir uygulama değildir. Daha önce de bir çok olayda uygulanan bir yöntemdir."

Hukuken doğrudur bu, kimi durumlarda telefonla adliyeye, karakola vs davet edilebilirsiniz. Ha gitmezseniz o zaman zorla götürülürsünüz, o ayrı.

Ben Sabri Çelebi denen adamı tanımam, tanımak da istemem. Ama emekli askerleri, bürokratları, doktorları, yazarları yaptıkları işlerden, verdikleri hizmetlerden ötürü tanırım. Bu ülkeye yıllarını vermiş, gayet çetin koşullarda hizmet etmiş, yeri gelmiş kelle koltukta ailelerinden uzak yaşamak zorunda kalmış, emekliliklerinde ya da mesleklerinin zirvesinde sabaha karşı neredeyse pijamalarıyla yataklarından kaldırılarak, yanlarına neredeyse hiçbir kıyafet almalarına izin verilmeksizin, alelacele bilgisayarları ele geçirilerek, apar topar adliyeye oradan da cezaevlerine götürüldüklerine şahit olduktan sonra, "kimi kandırıyorsunuz siz yahu" diye bağırmak geliyor içimden. Beni, okuma yazma bilen, vicdanı olan bu halkı aptal mı sanıyorsunuz? Kendi namıma evet apolitiktim, susuyordum, belki korkumdan belki bıkkınlığımdan ama artık yeter, bu yaptıklarınız, "adalet" derken "ikiyüzlü" uygulamalarınız bir noktada sona erecek ve işte o noktada yerlebir ettiğiniz adalete, hukuka, insanca duygulara muhtaç hale geleceksiniz. Bu Ramazan günü Allah'tan en büyük dileğim o günü görebilmek.

Biliyordum, biliyorum ve artık iyice eminim ki bu ülkede adalet, hukuk, sistem hiç bir şey yok. Ve işte o yüzden aslında var sandığımız devlet de yok.

Bu arada, hani şu Anayasa'yı değiştirelim hikayesi var ya. Özellikle "dokunmak/değiştirmek" istedikleri ilk beş madde şöyle;

    I. Devletin şekli
MADDE 1.– Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
 II. Cumhuriyetin nitelikleri
MADDE 2.– Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
 III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
MADDE 3.– Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
 IV. Değiştirilemeyecek hükümler
MADDE 4.– Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
 V. Devletin temel amaç ve görevleri
MADDE 5.– Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır. 

Bunları değiştirip yerine ne koymak istiyorlar? Kendilerine oy veren o meşhur % 50 bu maddelerin değiştirilmesini de onaylıyor mu? Yoksa "biat" kültürüyle her şeye eyvallah mı diyor?

27 Ağustos 2013 Salı

Sonsuza Uzanan Listeler

Hem unutkanım hem deli gibi programlıyım hem mükemmeliyetçiyim ama sonunda hiçbir şeyim galiba :)

Defne'den önce ya da sonra değişmeyen, pardon Defne'den sonra daha da uzayıp detaylanan, tatil öncesi hazırlık listelerimden bahsediyorum. Her sene, "bu senekini çöpe atmayayım da gelecek seneye kolaylıık olsun" diye saklamak üzere hazırladığım, ama toplanmalar bittikten sonra da "Allah kahretsin beni, çok deliyim nefret ediyorum programlı olmaktan" diyerek yırtıp çöpe attığım, asla vazgeçemediğim listelerim...

Eşimin "bir ele geçirsem hepsini yok edeceğim" diye yarı şaka yarı ciddi söylendiği (ama her seferinde son anda "iyi ki yapmışsın" dediği), kağıt ve kalemi birarada gördüğünde kendinden geçip delicesine karalamaya başlayan Defne'nin de hedefinde olan, benimse her ikisinden fellik fellik kaçırdığım biricik listelerim...

Tatile çıkmamıza haftalar varken yaptım son listelerimi mesela. Haftasonu bir öğlen Defne uyurken, onu babasına emanet edip en yakın kafeye gittim, bir bardak çay&kurabiye eşliğinde çıkardım dosya kağıdımı, döktürdüm de döktürdüm. Sayfayı bile bölerek organize ettim, sonra katlamaya kıyamayıp çantama dikine yerleştirdim özenle. Ah ben, ah ben.. Defne böyle olmamalı, nasıl yapsam da kendime benzetmesem bu küçüğü bilemiyorum....

Liste başlıklarımız ve detaysız halleri şöyle;

Defne için alınacaklar (kıyafet, ayakkabı + ateş ölçer + oyuncak + kitap + kırtasiye + aşı kartı + ilaçlar + güneş kremi, toka, tırnak makası, tarak)

Benim için alınacaklar (kıyafet, ayakkabı + bilgisayar + fotoğraf makinesi + şarj aletleri + kozmetik ve toka)

El çantama koyulacaklar (Defne ve bana yedek kıyafet + Defne için ince örtü + Defne'nin yol oyuncakları + ıslak mendil + yazlığın anahtarları + selpak + acil durum için bisküvi, su, sakız, bardak, çöp için poşet) - yok anacım bu çanta benim filan değil, ayrıca çanta da değil ikinci bavul-

Araba buzluğuna koyulacaklar .......

Yazlıktaki marketten alınacaklar .......

Genel olarak götürülecekler (müzik CD'si .... )

( Küçücük kafamda deli gibi organize olmaya çalışırken benden desteğini esirgemeyen eşime, kendi eşyalarını bana toplatmadığı için ve Defne'ye bu sene bezi bırakarak hepimizi bez derdi ve masrafından kurtardığı için sonsuz teşekkürler... )

( Ve bir itiraf, küçükler için yapılmış minyatür bavullara çok özeniyoruuummmm )

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Sensiz de Oluyormuş Ayol !

Başlık için kısacık düşündüm, "ne seninle ne sensiz mi olmalıydı" derken onsuz da olabileceğine karar verdim bir anda.

İnternet konusu yani, neredeyse hepimizin evlerinde ve işyerlerinde vazgeçilmezi, "şekerim google'dan önce ne yapıyorduk biz?" diye sorup durduğumuz ne onunla ne de onsuz yapamadığımız bence çağın mucizelerinden alışkanlık, kolaylık, hobi, iş artık ne derseniz.

Tatile çıkmadan önce cep telefonu operatörümdeki taahhüdüm bitmişti, yeniledim, içinde küçük bir internet de olan ekonomik bir paket seçtim. Zaten cep telefonumdan internete girme alışkanlığım yok, sadece lap top eski usul. Kendi kendime dedim ki tatile giderken şöyle kocaman bir paket internet alırım, oralarda habersiz, yazısız kalmam. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı, bana yeni paketimi satan pazarlamacının da eksik bilgilendirmesiyle 16 Temmuzdan düne kadar internetsiz kaldım. Evet bir istisnayla, 24 temmuz günü kafeden bağlandım ama açıkçası o sıcakta denize girmeyi tercih ederdim.

Üstüne, gazete almamaya da karar verince hepten bihaber kaldım bu "kötü" dünyadan. Ne mi oldu? Cehaletin denizinde mutluluk kulaçları attım, öğürtülerden asap bozukluklarından gözüme uyku girmeyen geceler yerini derin uykulara, tatlı rüyalara bıraktı. Herşey tozpembe değildi elbet, ilerki günlerde anlatacağım bir ufak kazamız var mesela. Ama olsun, internetsiz de hayatta kaldım, Defne uyuduğunda sıkılmadım. Sadece blogumu ve takip ettiğim blogları ve bazı internet sitelerini özledim. O kadar....

Kıştan zulaladığım bulmacalarımı çözdüm, birkaç kitap okudum, Penguen aldım, bazı bazı ben de uyudum, geceleri balkonda ışıkları seyrederek çekirdek çitledim.... vs vs. İnternetsiz yaz tatilleri gibiydi yani hayatım, hayal meyal hatırladığımız o asla sıkılmadığımız, internetsiz zamanlar, Defne'canımın hiç bilemeyeceği yıllar.

Ve İstanbul, hala haber okumuyorum, ama eşim anlattı biraz olanları, onu susturmadan önceki kısmen duyduklarım beni çok üzdü, ama asla şaşırtmadı. Birkaç gün sonra yine Ege'ye gideceğiz inşallah, huzuru koklamaya devam edeceğiz, internetsiz ayol !

25 Ağustos 2013 Pazar

Yaş 35

* bu yazı teknoloji yokluğunda hazırlanıp taslaklara kaydedildi... Birkaç günlüğüne İstanbuldayız, kaldığım yerden devam :)

29 Temmuz 1978 günü sabaha karşı dünyaya gözlerimi açmışım. Hukuki tabirle, "sağ ve tam olarak doğarak, kişilik kazanmışım"....

Bugün benim doğum günüm. Defne'mle yazlığımızdayım, eşim İstanbul'da bize para kazanmakla meşgul. Bizse ana-kız, deniz-güneş-kum, komşulara laf atmaca, bahçe sulamaca, bol bol "Defneeee dur, beni bekle" demece hayatlarımıza devam ediyoruz. Eminim İstanbul'da olsaydım, doğum günü yazım biraz bunalım kokardı, ama mis gibi Ege'de, deniz kenarında, yazlıkta, minimum teknoloji ile bunalıma girmek zor.

Yaş 5... Sanırım yine yazlıktaydım. Annem ve babamla. Kardeşim henüz doğmamıştı. Annemler, deniz çok soğuk diye beni sokmamışlar, beni kumsalda yaşlı bir teyzeye emanet ederek kendileri denize girmişti. O kadar içime oturmuş ki hala aklımdadır bu yaptıkları :)

Yaş 10... Annemle babam boşanmışlar. Büyükbabamla Tuzla'dayız. Annem iş dönüşü servisle geliyor kaldığımız yere. Elinde çok istediğim pul defteri, o zamanlar en büyük hobimdi pul biriktirmek. büyükbabama gelen bayram tebriklerinden, bana gelen mektuplardan keser, özenle suda bekletir sonra da pul cımbızımla itinayla çeker alırdım birbirinden renkli resimli pulları. Hepsi ayrı bir hikayeydi, ayrı bir anı. Kimi damgalı, kimiyse damgasız, yurtiçi, yurtdışı Alllah ne verdiyse. Sonra kurumaları için masanaın kenarına yapıştırır, bir süre beklerdim. Bazıları kururken kıvrılırdı, işte o zaman sinir olurdum çünkü düzelteceğim derken yırtılan ya da kırılan olurdu. Sonundaysa kuruyanları itinayla pul defterime yerleştirirdim. Pul koleksiyonu yapan çocuk var mı bilmiyorum, postaneyi kullanmayalı bir asır oldu, fatura dışında mektup almayalı da. Defne'nin ilgisini çekecek mi bu hobi, yoksa annemin tahta bebeklerine baktığım şaşkınlık ve anlamsızlıkla o da benim koleksiyonuma mı bakacak.  

Yaş 15 .... Annem, kardeşim ve ben yazlığımızdayız. Anneme belli etmesem de, "keşke doğum günümde bir sürpriz olsa" diye geçiriyorum içimden. Ve akşamına annemle kardeşim çok sevdiğim şeftalili pastayla çıkıyorlar karşıma. Mutluluktan uçuyorum.

Yaş 20... Annem öleli iki sene olmuş, hayat anlamını yitirmiş. Doğum günümden nefret ediyorum, kutlanmasın diye kimseye söylemiyorum bile. Ama büyükbabacığım benim doğduğum günü unutmuyor ve bir tekne kiralayıp küçük bir gezinin ardından beni Marco Paşa'nın Köşkü'ne götürüyor. Hiç unutmayacağım bir gezi ve boğaz havası beni dünyanın en mutlu torunu kılıyor.

Yaş 25... Yine yazlıktayım ve yalnızım. Büyükbabam öleli 2 sene olmuş, kardeşim nedense unutmuş o sene doğum günümü. Tam inzivaya çekilip bunalım takılmaya çalışırken, arkadaşım Duygu bir organizasyon yapmış. Akşam hep beraber bölgenin tuzlasına gidiyoruz. Hala beni sevenler olduğunu düşünüp mutlu oluyorum.

Yaş 30... Evleneli 1 sene olmuş, eşim beni çok güzel bir yere akşam yemeğine götürüyor. Manzara ve yemekler müthiş, "hayat yaşamaya değer sanırım"....
 
"Yaş 35, yolun yarısı eder" demiş şair ama dilerim benim hikayemde yolun yarısı etmesin. Sağlık, mutluluk ve sevdiklerimle dolu daha uzun bir ömür bahşetsin bana inandığım yüce güç !
 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac