Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



14 Ocak 2015 Çarşamba

Pembe Panjurlu Bir Ev

Geçen hafta, İstanbul’u etkisi altına alan karlı, buzlu günlerden birinde dışarıdaydım. Her tarafımı sımsıkı kapatmış olmama rağmen titriyordum, evet anemi var bende, ama hava da soğuk mu soğuktu işte. Metro istasyonuna giderken gördüm onları, 3 küçük çocuk ve 2 kadın. Çocukların üstünde var-yok, kadınlar eh işte, dileniyorlar. Ah kafam ah, hiç aklıma gelmedi, içim parçalanarak, benim gibi binlerce insan gibi yanlarından geçtim gittim. Varlar mıydı, yoklar mıydı, onların bu halde olmasına nasıl göz yumuyorduk bilemiyorum, çok üzgünüm, hiçbirimiz insan değiliz.
 
Ertesi gün yine aynı manzara, bu sefer şeytan dürttü hatırladım ve hemen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili telefonunu aradım. (Daha evvelki maceram burada.) Kibar bir genç adam çıktı karşıma. 3 çocuk, 2 kadının iki gündür aynı yerde sokakta olduklarını, yardım edilmesi gerektiğini söyledim, yerlerini tarif ettim. Ancak telefondaki yetkili bana ısrarla bu kişilerin Suriyeli olup olmadığını sordu. Bilemediğimi, çünkü onlarla konuşmadığımı, kaldı ki bu soğukta ne fark edeceğini sordum. Meğer Suriyeli iseler emniyet güçleri ilgileniyormuş da, yani kendileri yetkili değilmiş de…… “İnsan bunlar” dedim nihayetinde, hayır bağırmadım, çünkü anladım ki karşımda “otomatik” değil ama “şartlı” bir robot var. İlgileneceklerini söyleyip telefonu kapadı ve yarım saat sonra bu sefer bir başka yetkili, bir hanım aradı beni. Yine aynı şekilde bu insanların Suriyeli olup olmadığı, dilenip dilenmediklerini sordu bana. “Evet, para alıyorlar” dedim, “ne fark eder ki, küçük çocuklar var aralarında, sokaktalar….” “Dileniyorlarsa, onların aslında evleri var, bu soğukta kendilerini acındırmak için sokağa çıkıyorlar” son olarak aldığım “insani” cevaptı. Sustum, boğazım düğümlendi. Diyemedim ki, “bre yetkili, hadi kadınlar neyse, 18 yaş altı 3 çocuk bu soğukta sokakta kalamaz, dilendirilemez, bu velayetin/vesayetin kaldırılması sebebidir, hiç mi hukuk bilmiyorsun. Devlet yetkilileri olarak sizlerin duruma el koyması gerekir.”

Hakikaten de öyledir. Bir kimse, velayeti ya da vesayeti altında olan kişiye bakmıyor, bakamıyor ya da bu hakkını kötüye kullanıyorsa, devlet kurumları müdahale eder, bakıma muhtaç kişiyi himayesine alır (Çocuk Esirgeme Kurumu, Darülaceze vs vs ), ortada bir suç varsa da yetişkini cezalandırır. Bu kadar basit, kolay ve nettir. Tabii eğer ortada sosyal devlet varsa. Peki o devlet uyuyorsa?

Akşam oldu, evdeyim, ama huzursuzum, gözümün önünden en küçük kız çocuk gitmiyor. Hani biraz cesaretim olsa, birbirine yapışmış yağlı saçlarına aldırmadan kucaklayıp, “kardeş” diye evime, Defne’ye getirmek üzere olduğum küçük kızda aklım. Düşün taşın, derken aklıma İBB’de hatırı sayılır bir görevdeki, eski bir tanıdığım geldi, apar topar onu aradım, durumu anlattım, sağ olsun ilgileneceğini, yetkili bölümün müdürüyle direkt konuşacağını vs söyledi de bir nebze rahatladım. Daha fazla ne yapabilirim ya da yapabilirdim bilemiyorum.


Şimdilerde aklımda “9-19-29” projesi var. Her ayın bu günlerinde çekilen piyangolardan bilet alsam ve büyük ikramiye bana çıkarsa bu çocuklar için bir vakıf kursam diyorum. Böylece kimseye yalvarmadan, aracı koymadan, kendi elimle yardım götürsem bu küçüklere. Hayallere dalıyorum sonra. İkramiye bana çıkmış. En yakın ve güvendiğim, çeşitli mesleklerdeki arkadaşlarımı/tanıdıklarımı arıyorum, hiçbiri beni kırmaz, kırmıyorlar da. Vakfı kuruyoruz, bahçeli kocaman bir ev. İçinde yatakhane, yemekhane, kütüphane, oyun alanı, TV salonu vs var. Sonra çocukları tespit ediyoruz, tek tek, hukuki zeminleri de hazırlayarak alıyoruz bu yavuları, “eve” yerleştiriyoruz, sağlık kontrolünden geçiyorlar, tertemiz giysiler giyiyorlar, karınları doyuyor, belki hayatlarında ilk o gece "acaba tecavüze uğrar mıyız endişesi olmadan gözlerini yumuyorlar"...... Yuva çağındakiler o evde yetiştiriliyor, daha büyükler civardaki okullara gidiyor. Sadece 18’e gelene kadar değil, iyi bir meslek edinip ayakları yere sağlam basana kadar “yuva”lık ediyoruz onlara……. (lütfen uyandırmayın, rüyamın en güzel yerinde, pembe panjurlu o evdeyim)……………  

12 Ocak 2015 Pazartesi

Ben, Cansen Yılmaz.

2015 bir geldi, pir geldi. Daha ilk gün Dolmabahçe’de terör saldırısı gerçekleşti, ardından Sultanahmet’te canlı bombalı terör saldırısı, sonra Fransa’daki terör saldırıları ve Nijerya. Yeni senenin 12. gününü idrak ettiğimiz bugüne kadar yaşanan olaylar, dünyayı yeni dönemlere sürükleyecek mi hep beraber göreceğiz.

Yukarıda bahsettiğim hepsi birbirinden vahim ve utanç verici olaylarda, gündemi en çok işgal eden ve tartışılan Paris saldırıları oldu. Bence bunda ders çıkarmamız gereken noktalar var. Sanırım en önemlisi, ülkemizde 30 küsur yıldır süregelen teröre o kadar “alıştık” ki, ne Dolmabahçe’de ne de Sultanahmet’te önce binleri, ardından dünya çapında milyonları kapsayan bir protesto/duyarlılık/farkındalık yarat(a)madık. Ölen öldü, yaralanan yaralandı, sakat kalan kaldı, bizler “aynen” devam ettik. Hatta, “uzlaşma sürecini zedelemeyin” diye uyarıldık. Neyse konuyu dağıtmadan;


Charlie Hebdo, takip ettiğim yayınlardan biri değil, Fransızca bilmiyorum, mizahla da pek ilgilenmiyorum. Duyduğum kadarıyla yaptığı yayınlarda “İslami değerleri rencide ettiği” söyleniyor. Öyle olsa bile, bu durum, birilerine “adaleti kendi elleriyle tecelli ettirme” yetkisi verir mi? Eğer o birileri “ortaçağ karanlığında” yaşıyorlarsa, cevabım ne yazık ki “evet” olacak. Zira makul, medeni bir insan, ortada bir suç olduğunu düşünüyorsa, bunu yetkili yasal mercilere taşır. Dava açar, suç duyurusunda bulunur ve bunun gibi, kendisine tanınan tüm yasal yolları değerlendirir ve neticede verilen yargı kararı ile haklı ya da haksızlığı ortaya çıkar. İşte burada “Adalet, mülkün temelidir” lafı bir kez daha karşımıza çıkar.  

Paris’teki önce mizah dergisi ardından bir markete yapılan terör saldırılarının “tamamen kurgu” olduğu, esas amacın “İslamiyeti yerden yere vurma” olduğu da söylenmiyor değil. Bunun doğruluğunu, haklılığını bir an için bile tartışmaya değer görmüyorum, çünkü bence ortada “terör” varsa ve masum canlar kaybedildiyse bunun ne sebeple meydana geldiği çok da önemli değildir. Kaldı ki, bu açıdan bakıldığında Hitler’i, Almanya’yı 2. Dünya Savaşı felaketine sürüklediği için Alman düşmanı kabul edebilir miyiz? Ya da saldırıyı gerçekleştiren kimselerin polisle kurduğu bağlantıları, çektikleri video kayıtlarını ne sebeple yeterli görmüyoruz? 
 
Bence sorun, Taha Akyol’un bugünkü (12 Ocak) Hürriyet gazetesindeki şu yazısında belirttiği gibi “Müslüman Ortaçağ’ı”nda gizli. Ne yazık ki, Pakistan’daki okul saldırısı, Suriye’de olanlar, Nijerya katliamı hepsi ve daha fazlası “İslam” adına yapılıyorsa, ortada ters giden bir şeyler olmalı. Taha Bey’in yazısı benim açımdan bugüne kadar okuduğum en makul, kabul edilebilir noktalara değiniyor. 

Ben, Charlie Hebdo değilim, Sultanahmet’te katledilen polis memuru da değilim, adım Cansen Yılmaz. Her nevi terör eylemini, kime ve neye karşı işleniyorsa işlensin kınayan, sıradan, kendi küçük dünyasında çok başka dehlizlere yelken açmış bulunan bir insanım. Büyük ekranda bu gelişmeler yaşanırken, kendi küçük dünyasında, tam da paralel gün ve saatlerde, ve ne yazık ki kör karanlıklarda, sosyal devletin nerede olduğunu bir kez daha sorguluyorum, “elma dersem çık” diye bağırıyorum. Ayrıntılar bir daha ki yazımda….     

6 Ocak 2015 Salı

Anne, Noel Baba var mı?

Yılbaşından önce yeterince şişmiştim, yok efendim "Müslüman"lar "yılbaşı" kutlar mı, kutlamaz mı? "Yılbaşı günü eve bir mandalina almak bile caiz değildir" içeriğindeki son cuma hutbesi, yok efendim Hıristiyan pide kuyruğuna giriyormuymuş ... vs vs bir dolu polemik üstelik Defne yine hasta, "alın yılbaşınızı başınıza çalın uleeennn" diye bağırıp, mikrop yuvası evimizi yakarak dezenfekte etmek aklımdan geçmedi değil. Yaptım mı, tabii hayır, aklı selim davranıp, saçma sapan tartışmalar "yok"muş gibi davranmak kolayıma geldi.

Bu zaman diliminde bir gerçek vardı ki, Defne yine hastaydı ve yuvadaki yılbaşı partisini kaçıracaktı. Gerçi eşime ve doktoruna kalsa, "zaten yarım gün, ne olacak gönderiver alsın hevesini"ydi, ama içime sinmedi işte. Hava soğuk, fırtınalı, üstelik yuvadaki "sağlam"(ne sağlamı ayol mikrop kaplı hepsi) çocuklara bulaştırma ihtimali, bir an için bile düşünmeden evde tuttum kızımı. 

Bir diğer gerçek de, geçen sene olduğu gibi öğretmenleri bu sene de "Noel Baba"nın geleceğini (evet geçen sene dumanların içinden çıkmıştı, anlatıla anlatıla bitirilemedi) ve (daha evvel ana babaların yuvaya ulaştırdığı) hediyeleri çocuklara vereceğini müjdelemişlerdi. Bu etkinlik tüm çocukları olduğu gibi Defne'yi de sarmıştı tabii. Geçen sene, 3 yaşındayken yaşadığı bu unutulmaz anısı tekrar canlanacak, azıcık çekinerek de olsa Noel Baba'nın kucağına oturup, fotoğraf çektirip, sürpriz hediyesini kapacaktı. Of ki ne of.

İtiraf etmeliyim ki geçen sene Noel Baba'lı fotoğraf gelince, ilk ve tek dikkat ettiğim şey, Noel Baba kılığındaki kimsenin erkek olup olmadığıydı. Yok, "yobazlık" filan değil, çocuk pedofili (bilemeyenler için çocuklara sapıkça duygular besleyenler) ülkemizde hayli yaygın olduğundan. Yuvaya güvenim sonsuz lakin insanlar kavun değil ki koklayıp anlayasın. Allah'tan hanımdı Noel Baba da derin bir soluk almıştım. Bu sene de öyle olacaktı kuşku yok, ancak ve ancak küçük Defne hasta olduğundan bu etkinliği kaçırıyordu. Kendisi de farkındaydı bunun. 

Şimdi, beklediğiniz üzere Noel Baba ve İslamiyet konulu ateşli tartışmanın yakınından bile geçmeden, gerçeği Defne'ye açıklama ve kendi aydınlanmasını yaşatma zamanıydı.

Defne'ye yalan söylemiyorum, doğduğundan beri hep gerçekleri duydu, anladı anlamadı, hoşuna gitti gitmedi ayrı. Birkaç küçük yalan hariç tabii (yalanın küçüğü olmaz da, hani yesin, uyusun, soğukta sıkıca örtünsün diye söylenen bildik hurafelerden bahsediyorum).

Bunun en önemli nedeni, küçükken bana söylenen bazı şeylerin yalan olduğunu anladığımda yaşadığım hayal kırıklığı ve güvensizlikti. Mesela anneannem ölmüştü, bana geziye gittiği söylendi, 4 yaşındaydım, beni çok severdi böyle aniden gitmesi normal değildi ve bir süre sonra (tahmin edilenden daha kısa bir süre) bunun gerçek olmadığını anladığımda benden gizledikleri için çok kızmıştım. Acımı yaşatmamışlardı ve atlatmam uzun sürdü. Bunun dışında klasik iğne olacaksın ama acımayacak, yok efendim ıspanak yersen saçların daha çabuk uzayacak. Örnekler çok.... 

Keyifli bir anında Defne'yi karşıma aldım. Önce ona hasta olduğunu, evde kalıp iyileşmesi gerektiğini ve ardından yuvaya gidebileceğini söyledim. Buraya kadar sorun yok, zira yuva yok ev var, anna köle var, her istediği şrak gerçekleşiyor vs. Geldik işin zor kısmına. Yuvadaki yılbaşı partisine de katılamayacağını, ancak evi süsleyeceğimizi ve hediyesini alacağını söyledim. İşte burada bir inanmazlık yaşandı, Defne, hediyeyi Noel Baba'nın getireceğini, bu durumda Noel Baba'nın bizim eve gelip gelmeyeceğini sordu. Sandığımdan daha olumlu ve verimli ilerlemeye başladık. Ona Noel Baba'nın çok eski zamanlarda yaşamış, çocukları çok seven yaşlı bir amca olduğunu (ayol bir azizdir kendisi biliyorum da, çocuk ve din eğitimi, aziz ne demek filan dehlizlere dalmak istemedim), ama artık hayatta olmadığını, bu yüzden hediye getirmediğini söylediğimde Defne'nin gözleri yaşarmıştı. (Aslında farkında olmadan bir aydınlanma yaşıyordu, gerçekler acıdır ve insan göğüs germelidir) Bu esnada anladım ki sorun Noel Baba değil, Defne yabancıları hakikaten sevmiyor, sorun hediye kısmı. Aha da yakaladım açığı uyanıklığıyla hedefe atış yapıp, ona anne-babası olarak bizim hediye aldığımızı söyledim, minik dudaklardaki gülümseme görülmeye değerdi. 

Defne, "Noel Baba öldüyse etrafta dolaşan onca adam kim" diye sormayı akıl edemedi tabii. Ta ki bu sabaha kadar. Bu sabah yuvaya giderken (ivit bugün Defne'nin yuvası açıktı ve uzun bir aradan sonra Defne yuvaya intikal etti), beklediğim soru geldi. "Bugün Noel Baba yuvaya gelicek mi?" Önceden hazırlandığım için keyifle yanıtladım sorusunu "hayır gelmeyecek, çünkü yılbaşı geçti. Hem biliyor musun Defne, sana bahsetmiştim Noel Baba çok eskiden yaşamış, artık hayatta değil. İnsanlar Noel Baba elbisesi giyip, onu canlandırıyorlar. Nasıl sen Minnie'li tacını takınca biz sana Minnie diyoruz işte onun gibi. Yılbaşında sana istediğin oyuncağı almıştık hatırlıyorsun değil mi? İstersen eve döndüğünde beraber oynarız."

Şunu da biliyorum ki bugün yuvada Noel Baba muhabbeti açılacak, hatta "sen yoktun" diyerek üzerine gelecek arkadaşları (çocuklar haindir, buna izin vermeyin), Defne Noel Baba'nın olmadığını söylediğinde arkadaşları bayağı bir ti'ye alacaklar küçüğü ve o da üzülecek, tıpkı benim yaşımdan erken yaşadığım her aydınlanma sonucunda düştüğüm uzaylı durumları gibi. Ancak uzun vadede, gerçekleri bilen olmanın keyfini çıkaracak ve en önemlisi yalan söylemediğim için bana her zaman güvenecek. Seviyorum bu win-win durumlarını...            

1 Ocak 2015 Perşembe

Yeni Yıl Geldi Dediler

Ah insanoğlu, vah insanoğlu. Herşeyi kontrol etmek, düzenlemek, nizam ve intizama sokmak isteyen insanoğlu. Baktın ki bu iş, "ağaçlar çiçek açtı", "leylekler göçtü", "yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz"la olmayacak, gözünü sevdiğim astronomi bilgileri ışığında birbiri ardına dizili günlerden önce bir hafta ardından bir ay sonra da bir seneyi oluşturdun. Kimi güneş takvimi dedi kimi ay takvimi dedi, dedi de ne oldu? (Bunu demek bile kavgaya dönüştü.) 

İstediğin gibi şekillendirebildin mi hayatı? Türlü türlü isimler verdiğin günleri, haftaları, ayları, seneleri dolduran olayları kontrol edebildin mi? Hep sandın, hep umdun, hep bekledin. Nafile... Sen uğraştıkça, zaman bildiğini okudu ve asla durmadı, sana boyun eğmedi, yavaşlamadı. İşte bu yüzden o anlamsız koşturmaların, hep acele etmen, hep zamana yetişememen.  

Aslında zaman sonsuza akıyor, yeni yıl, yıl dönümleri, dolayısıyla bayramlar, seyranlar yok. Sadece ve sadece mevsimler var. Ve ne acıdır ki, o çok bilmişliğin yüzünden artık mevsimler de yok. Tahrip edilen doğa, yanlış kullanılan ilaçlar, tüketim çılgınlığı, vermeden hep almak sonunda eskisi gibi yaşayamıyoruz değil mi mevsimleri? 

Yeni yıl geldi dediler, bugün de ilk günüymüş o yılın. 1 Ocak 2015. İstanbul için soğuk bir kış gününden ibaret.... Benim içinse, dünün devamı, yarının öncesi.

Her gün olduğu gibi bugün için de hepimiz için sağlık, mutluluk, keyif diliyorum....  

  
 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac