Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



13 Ağustos 2014 Çarşamba

Bana "kırmızı" çok yakışıyor

Yerel seçimlere az kalmış, komşum, en yakın arkadaşlarım, çocuklu çoluklu demeden "gönüllü" sandık görevlisi olmuşlar. Ben, Defneyi bahaneyle girmiyorum o işlere, malum 1 iyi 5 hasta bir kış geçiriyoruz. Ama içim kıpır kıpır, mutlaka genel seçimlerde ben de gönüllü olmalıyım diyorum.

 Doğumumdan bu yana oturduğum ilçe, ben bildim bileli CHP'nin "kale"lerinden, yani belli, illa CHP kazanacak aksi mümkün değil. Seçime haftalar kala elime bizim Belediye başkanı adaylarından DSP ve AKP'nin tanıtım broşürleri geçiyor. Dsp'ninki korkutucu içerikte, CHP adayına yüklenmiş, seçilmesi durumunda yapacakları yok. AKP'nin adayıysa kuşe kağıda, renkli menkli, her sayfası bir proje olmak üzere, anlatmış da anlatmış yapmak istediklerini. Kimine katıldım, kimine katılmadım gereksiz buldum ama laf aramızda hoşuma gitti broşür. Çünkü benden neden oy istediğini açıklıyor, beni "adam" yerine koyup izah ediyordu vaadlerini. CHP'nin adayından ne broşür ne SMS , belki bana gelmedi bilemiyorum deyip "iyimser" takılıyorum.

Seçim günü, "ellerim kırılsın" diye diye sandığa gidip malum partiye oy veriyorum. AKP benim için seçenek bile değil, sırf o kazanmasın diye, hakikaten istemediğim için. İçimdeki kızgınlık, vatandaşlık görevimi hakkıyla, demokrasi kurallarına uygun olarak yerine getirmediğim, hür irademle davranmadığım için. Tabiri caizse, CHP beni aday gösterseydi, millet "tıpış tıpış" oy verecekti bana, düşünmeden, bu aday belediyecilikten anlar mı, ne yapar eder demeden, aynı şey AKP için de geçerli tabii. O kadar kalıplaştık çünkü. "Bas geç, bas geç" diye dalga geçiyordu biri semt pazarında, acı gerçekti bu....

Yerel seçimlerin ardından cumhurbaşkanlığı seçimleri yazın tam ortasına getirildi. Kasten, oy kullanımı minimumda olsun diye yapıldı. Sadece çatı adayını destekleyecekler değil, Erdoğan'ı ya da Demirtaş'ı destekleyeceklerin de bir kısmı gitmediler/ gidemediler sandığa. Bize vaad edilen eşitlik, adalet, birlik buydu.

Çatı adayı, ilk etapta içime sinmese bile, Ekmeleddin beyi tanıdıkta ön yargıyla, hatalı davrandığımı anladım, en azından diğer iki adaya göre benim için daha "seçilebilir"di ama yine de eksik kalan birşeyler vardı. Çok düşündüm, kendimi yargıladım, yine uykusuz kaldım ve sonunda bir karar verdim. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmayacaktım. Hayır tatil, çocukla gidip gelmek zor gibi bahanelerim yok, İstanbul'da olsaydım da bu "oyun"a alet olmak istemediğim için.

Gezi olayları, ardından 17 Aralık derken bir şekilde, ABD'nin desteğini kaybetmeyen Erdoğan'ın yine seçileceği bence kesindi. Hatta ileri gidiyorum belki diğer adaylar, muhalefet partilerinin politikaları göstermelikti bile. Hatırlayanlar için, 2001'de Ecevit Irak'a girme konusunda yan çizdiğinde nasıl alaşağı edildi, sizce sadece Anayasa fırlatıldığı için mi ekonomik kriz oldu? Adamcağız nerdeyse sürüne sürüne öldü gitti.....

Konuyu dağıtmadan, seçime katılmamam, baştan kabul ettiğim "yenilgi"den de kaynaklanmıyor. Çünkü benim açımdan, artık olacakların bir an evvel olmasını, herkesin safhını belli etmesini, gardını almasını istiyorum. Birçoklarının bana tepki gösterdiği gibi, keyif düşkünü, umursamaz, vatan sevmez vs de değilim, sadece bir karar aldım ve onu uyguladım, pişman da değilim.

Çok uzun bir süredir bu coğrafya karışık, 2001 ABD'nin Irak'a müdahalesi miad olabilir mi emin değilim ama 2002 seçimleri, 12 yıllık çalışmalar, olanlar, gösteriyor ki ok çoktan yaydan çıktı, artık bir an evvel saplanmalı ki biz de anlayalım ve ona göre yerimizi alalım.

Erdoğan'ın seçilmesi, itiraf edeyim, beni çok mutlu etti. Hemen ertesinde Obama'dan gelen " yeni cumhurbaşkanı ve başbakan ile çalışmak için sabırsızlanıyoruz" açıklaması yüreğime su serpti, kendimce kendimi haklı çıkardım. AKP seçmeninin içinde olduğu, neredeyse bir dini lider gelmişcesine sevincini de garip karşılıyorum, hiçbirimiz Yeni Türkiye ve Açılım projelerinin içeriğini bilmiyoruz. Yazık ki AKP seçmeni de bunları bilmiyor, ne yapacağını bilmedikleri bir adaya bu ülkeyi dini değerleri çok güzel teskin ettiği için teslim ettiler, bence ağır bir sorumluluk....

Koyu AKP'li bir arkadaşım, seçim sonuçlarının açıklandığı gece facebook'una, " size mor çok yakışıyor" diye yazmış. Bana en çok kırmızı yakışıyor şu günler, tenim güneşten karardığı için değil, içimdeki devrim ateşinden, o ateşi tetikleyecek olayların bir an evvel gerçekleşmesini ve bana düşecek görevi sabırsızlıkla bekliyorum.......






8 Ağustos 2014 Cuma

Yaz

Neredeyse 1 ay önceydi. Tatile çıkmamıza az zaman kala Defne beta pozitif, tüm alışverişim kalmış, bıkkın- bezgin, sadece İstanbul'dan uzaklaşmak isterken, elinde, doğum günüm ve hazırlanamadığım tatilim için düşündüğü bir hediye paketi komşum geldi. Sağ olsun, Kürşat Başar'ın uzun bir aradan sonra yazdığı kitabı Yaz'ı getirmiş.

Yaz, her zamanki gibi duygu yüklü bir kitap, severim Kürşat Başar'ı. Sadece onu mu? Bu kadar düşünülmeyi, ilgilenilmeyi, hayat paylaştıkça güzel öyle değil mi?....

Yaz, öyle böyle dolu dolu başlayan ve anca birinci ayın dolmak üzere olduğu şu günler belli bir rutine oturmaya başlayan, sıcak aylar dilimi. Büyük bir sürpriz olarak, eşimi İstanbul'a uğurladığımız o ilk akşam ansızın geliveren ilham perisiyle başladığım, kim bilir bitirebilecek miyim dediğim ilk kitap denemem.

Bizzat yaşadığım ya da bana anlatılanlardan yaşamış gibi hissettiğim ya da önünden geçerken bir parçası olduğumu hayal ettiğim evler / dört duvarlar / anılar desem ve daha fazla tüyo vermesem....

Yılın bu en sevdiğim mevsiminde, benim için en anlamlı mevsiminde yaz'maya başlamak garip ama bir o kadar kişisel tarihimle uyumlu bir gelişme. Hayatımın başlangıcı olduğu kadar, yitirişleri, en şen kahkahaları, en güzel müzikleri, seyahatleri, artık olmayan kalabalık sofraları barındıran yaz, kim bilir belki kitabımın da doğum yıldönümü olacak....

Gözlerimi kapıyorum, kulaklarım yüzyıllardır değişmeyen dalga seslerinde. Çoook eskilerde bir ev beliriyor. En çok, denize nazır terası aklımda. Duvarlardan birine, tek başıma erişemeyeceğim yükseklikte bir yere büyükbabamın çaktığı çivide, yeşilli beyazlı, kocaman bir kafası olan ördek şeklindeki can simidim sallanıyor. Tüyü bitmemiş yetimin hakkıyla inşaa edilen ve normal şartlarda en ufak bir kullanım kusurumuzu kabul görmeyen büyükbabam, o duvarlara ilk ve son kez benim için delik açılmış....Akşam olmuş, artık uyumalıyım, ama ertesi sabahın heyecanından gözüme uyku girmiyor, "ya kaçırırsam onu???" Dalgaların sesini dinleyerek uyumaya çalışıyorum ama kolay değil, sabah demek deniz demek, yüzmek demek, gecenin mahmurluğunu serin sularda yıkamak, göl gibi duran Marmara'da sefa sürmek demek. Hafif tıkırtılarla gözümü açtığımda çabuk olmam gerektiğini, yanıbaşımda uyuyan anneme yakalanmadan, bir an evvel terasa çıkmak zorunda olduğumu biliyorum. Artık alıştığım hareketlerle mayomu giyiyorum, terliğe gerek yok, işte dışardayım. "Sen de mi uyandın?" diye soruyor büyükbabam, "bitti mi uykun, daha çok erken?". Gözüm, çivide asılı can simidimde, "ben de gelebilir miyim?" diye, sanki reddedilme ihtimalim olabilirmiş gibi soruyorum. El ele merdivenleri inip denize adım atıyoruz, suya yavaş yavaş alışan büyükbabamı taklit ediyorum. Önce kollar, sonra boyun, göğsümüz, bir yandan yürüyoruz derine doğru, ha bu arada sımsıkı sarılmam gereken ördeğim.... İlk ben, sonra büyükbabam, sulara bırakıyoruz kendimizi. Foş foş foş....... Dubalara, ardından sala varıyoruz. Hiç korkmuyorum denizden, yüzmekten, suda olmaktan. Boşuna değil o ördeğin duvara çakılı olması, mazallah alır başımı giderim engin denizde.

Defne koşuyor yanıma,"anne, ben bugün denize girmiiiceeeemmmm" müjdesini veriyor sanki her gün farklı birşey söylermiş gibi, " peki sen bilirsin" diyorum hayal kırıklığımı saklamaya çalışarak, "ben büyükbabamla yüzerim".









 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac