Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



31 Ocak 2010 Pazar

Cumartesi Menüsü

Cumartesi akşamları; kardeşim, eşim ve benim biraraya gelebildiğimiz, birlikte yemek yiyip konuşabildiğimiz ve farklı programlarla renklendirdiğimiz özel zamanlarımız. Diğer günler, hepimiz çalıştığımız ve bir de kardeşim yüksek lisans derslerine gittiği için çok hızlı geçiyor.

İstiklal Caddesine gezmeye gittiğimiz Cumartesi akşamı menümüzde;mercimek çorbası, sebzeli krep, domatesli pilav, İnegöl köfte ve salata vardı. Tatlı olaraksa, çok sevdiğimiz İnci’de profiterol yedik!



Saydığım tüm yemekleri tabii tek başıma yapmadım. Önce eşimle ben hummalı bir çalışmaya girdik, ardından bize geldiğinde kardeşim sofranın kurulması ve servis için yardımcı oldu.

Hayatın, paylaştıkça güzel olduğunu bir kez daha anladım !

Sebzeli krebi, yakın zamanda farklı yerlerde yemiş ve çok beğenmiştim. Belli bir reçeteye bağlı kalmaksızın, ancak her ikisinden de esinlenerek kendi sebzeli krebimi pişirdim. Bayağı övgü aldı !

Sebzeli Krep (4 adet)



Malzemeler:

Krep için: Bir yumurta, bir su bardağı süt, 1 su bardağı un, bir miktar tuz, sıvıyağ

İçi için: 1 küçük soğan(piyazlık doğranmış), 1 adet havuç (rendelenmiş), 2 demet ıspanak, karabiber, tuz, sıvıyağ

Üzerine: İnce bir dilim kaşar peynir.

Sosu için: ½ yemek kaşığı salça ya da 1 domates (rendelenmiş), 1 çay kaşığı fesleğen

Yapılışı:

Krep;

1- Yumurta ve tuzu derince bir kaseye alıp, yumurta köpürene kadar iyice çırpın. Devamlı karıştırarak, azar azar un ilave edin. (Bir süre sonra un topaklansa da aldırmayın, sütle açılacak.)

2- Sütü yine yavaş yavaş, bir yandan devamlı karıştırarak ilave edin. Boza kıvamında akışkan ve pütürsüz bir hamurunuz olacak.

3- Bu hamurdan bir kepçe alarak biraz sıvıyağ ya da tereyağ ile yağladığınız orta boy teflon tavanıza dökün, tavayı çevirmek suretiyle her yana dağılmasını sağlayın.

4- Ortaya yakın ateşte önce bir tarafı ardından diğer tarafını pişirip kenara alın. Hamur bitene kadar bu işlemi tekrarlayın.

İçi;

1- Soğan ve havucu sıvıyağda renkleri sararıncaya kadar kavurun.

2- Yıkayıp ince doğradığınız ıspanağı ilave edip, ıspanak sönünceye kadar arasıra karıştırarak pişirin. Tuzunu ve karabiberini ilave edin.

3- Her bir krebin ortasına 1,5 yemek kaşığı kadar içten koyup zarf şeklinde kapatın. Kapattığınız kısım aşağıda kalsın.

4- Sebzeli kreplerinizi kapaklı bir tavaya ya da fırın kabınıza dizin.Üzerlerine birer dilim kaşar peynir koyun ve peynir eriyene kadar ısıtın.

5- Bu arada sosu hazırlayın. Eğer salça kullanıyorsanız suyla incelttiğiniz salçayı ısıtıp içerisine fesleğen ve biraz tuz katın. Domates kullanıyorsanız aynı işlemi domatesle yapın.

6- Sebzeli krepleri, üzerlerine fesleğenli domates sosu dökerek sıcak sıcak servis yapın.

Afiyet olsun!

28 Ocak 2010 Perşembe

Havuçlu Cevizli Kek



Yağacak mı yağmayacak mı derken, sonunda İstanbul’a kar yağdı. Cumartesi sabahı uyandığımda henüz çok kar yoktu, ama hava soğuktu ve yağış başlamıştı.

Kar tutmadan, mutfak alışverişimizi yapıp hemen eve döndük. Alışverişi bu sefer biraz abarttığımı, “afet geliyor” yakarışlarına aldanıp eve erzak stokladığımı itiraf ediyorum.

Cumartesi öğleden sonra iyice bastıran kar, Pazar sabahı ortalığı beyaz bir örtü gibi kaplamıştı. Hem yolların durumuna güvenmediğimizden hem de zincirimiz olmadığından ve kabul ediyorum haftanın yorgunluğunu bahane ederek Pazar günümüzü evde geçirdik.

Kahvaltıdan sonra, “kek yapsam mı acaba?” soruma, “aaa zaten uzun zamandır kek pişirmemiştin” şeklinde aldığım, hafif serzenişli cevap üzerine, tarif defterimi karıştırmaya başladım. Aslına bakarsanız kek pişirmeyi küçüklüğümden beri çok severim. O zamanlar minik bir defterimin olduğunu ve kek tarifleri topladığımı hatırlıyorum. Kim bilir nerede o defter? Neyse…..

Literatürde, Issız Adam Keki olarak da bilinen Havuçlu Cevizli Kek, hem evdeki erzağımıza uygundu hem de içinde havuç olduğu için tam anlamıyla “hamur işi” sayılmazdı.

Hemen işe koyuldum. Önce malzemeleri buzdolabından çıkardım –ki oda sıcaklığına gelsinler, kekim güzel kabarsın-, sonra da kek kalıbımı yağladım. Küçücük bir sofra kurmayı da ihmal etmedim.



Kekin yanına bol sütlü kahve yaptım ve tuzlu niyetine kuruyemiş çıkardım. Hep böyle kar olsa, eve kapansak da kek pişirsem diyesim geliyor ama çok kar yağınca da insan sevdiklerinden uzak kalıyor….

Malzemeler:

- Üç yumurta
- 1 su bardağı toz şeker
- ½ su bardağı sıvıyağ (ben ayçiçeği+zeytinyağını karıştırarak kullandım)
- İki orta boy havuç (rendelenmiş)
- 1 su bardağı ufalanmış ceviz
- ½ tatlı kaşığı tarçın
- Un
- 1 paket kabartma tozu, 1 paket vanilin

Yapılışı:

1. Yumurtaları, toz şeker ilavesiyle köpük köpük oluncaya kadar çırpın.

2. Sıvıyağ, rendelenmiş havuç, ufalanmış ceviz ve tarçını ilave edip birkaç kez karıştırın.

3. Elediğiniz unu, vanilini ve kabartma tozunu ekleyerek, normal kek hamurundan daha kıvamlı bir hamur tutturun. (Hamurun kıvamlı olmasının nedeni, havucun pişerken suyunu salacak olması.)

4. Hamuru, yağladığınız kek kalıbına dökün. Önceden 180 derecede ısıtılmış fırında pişirin.

Afiyet olsun !

23 Ocak 2010 Cumartesi

Yıldız Sarayı, İmparatorluk Porselen Fabrikası ve Yıldız Şehir Müzesi



Yıldız Sarayı, İstanbul’un gözbebeği saraylarından biri olmasına rağmen, bence tanıtım azlığı ve bitip tükenmek bilmeyen restorasyon çalışmaları yüzünden her köşesinin turizme açık olmaması nedeniyle gözardı edilen hazinelerimizden biri.



Yıldız Sarayı’na ne zaman gitsem, işte bu terk edilmişliğin hüznünü yaşar, kendimce elimi ayağımı oradan çekmemeye çalışırım. Geçen Cumartesi günü eşimle Yıldız Şehir Müzesi’ne ve ardından Yıldız Porselen’e gittik.

Yıldız Şehir Müzesi’nde, Yıldız Sarayına ve hanedana, özellikle II. Abdülhamit’e ait eşyalar, tablolar, mobilyalar sergilenmektedir. Müze kartınız varsa, bu müzeyi ücretsiz gezebilirsiniz. Müzenin hemen yanıbaşında Büyükşehir Belediyesi’nin de müzesi var, bu müze de ücretsiz gezilebilir.


Yıldız Sarayı hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse; Sultan III. Selim'in annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış, özellikle Osmanlı padişahı II. Abdülhamit (1876-1909) zamanında Osmanlı Devletinin ana sarayı olarak kullanılmıştır.



Dolmabahçe Sarayı gibi tek bir bina halinde değil, Marmara denizi sahilinden başlayarak tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş köşkler, yönetim, koruma ve servis yapıları ve parklar bütünüdür.



Padişah Vahdettin, 15 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’i, Samsun’a gitmeden evvel bu sarayda kabul etmiş ve kurtuluş mücadelesine destek vermeyeceğini açıklamıştır. Görüşmenin yapıldığı odada, daha sonraları Atatürk’ün çizdiği bir kroki de yer almaktadır. O odaya girince etkilenmemek, duvarların dili olsa neler anlatırdı diye düşünmemek mümkün değil...



Yıldız Sarayı’nın arka tarafında uzayıp giden koruluğun içinde, İmparatorluk Porselen Fabrikası’nı da barındırmaktadır. Günümüzde, “Yıldız Porselen” olarak anılan fabrika, 1895 yılında, üst sınıfın Avrupa stili seramik ihtiyacının karşılanması için üretim yapmıştır. Bu fabrikada, kaseler, vazolar ve tabaklar üretilmiştir. Yıldız Porselen halen üretim yapmakta ve bahçesindeki satış ofisi ile müşterilerine ulaşmaktadır.



Yıldız Sarayı’nın bir de büyük bahçesi (aslına bakarsanız tamamı göz önüne alınınca koru demek daha doğru) var ki, maalesef ziyaretçiye kapalı. Ancak biz, görevliden rica etmemiz üzerine gezebilen şanslılardan olduk.



Bahçede, kıvrıla kıvrıla yayılmış büyük bir süs havuzu, bu havuzun üzerinde iki küçük köprü, bir köşk, yürüyüş parkuru ve kıble taşı mevcut. Bahçede, anıt ağaçları ve bu ağaçları yuva edinmiş sincapları da görebilirsiniz.



İstanbul’un sessiz sakin bir köşesinde kalmış bu güzel ve ihtişamlı sarayın unutulmaması, restorasyonun bir an evvel biterek, tam randıman turizme kazandırılmasını diliyorum.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Yılbaşı Soframız ve İstiklal Caddesi

Gecikmeli de olsa yılbaşı soframızı paylaşmak istiyorum. Bu yılbaşını annem ve teyzemlerde kutladık. Küçük çocuklar gibi hevesle hediyelerimizi açtıktan sonra hep birlikte sofraya oturduk.


Hem annem hem de teyzem her zamanki gibi birbirinden lezzetli yemekler hazırlamışlar, özenli ve şık bir sofra kurmuşlar. Kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum, tekrar ellerinize sağlık!

Yılbaşı haftaiçine denk geldiği için maalesef benim pek bir katkım olmadı. Zeytinyağlı kereviz ve paçanga böreği ile sıramı savdım !

Menümüzde:

- Domates çorbası
- Kuru köfte ve fırında patates
- Zeytinyağlı yaprak sarma
- Zeytinyağlı kereviz
- Paçanga böreği
- Gavurdağ salatası
- Elmalı tatlı

vardı.

Bence İstanbul'daki en güzel yılbaşı süslemeleri İstiklal Caddesi'ndedir. Her sene, yılbaşından birkaç hafta öncesinde başlayıp, birkaç hafta sonrasına kadar devam eden farklı süslemeler, ışıklandırmalar olur. Geçen haftasonu kardeşim bizdeydi, önce yemek yedik, ardından havanın güzel oluşunu fırsat bilip, bu seneki süslemeleri görmek için İstiklal Caddesine çıktık.


İstiklal caddesi her zamanki gibi cıvıl cıvıl ve kalabalıktı. Neredeyse ışık seli diyebileceğim şekilde boydan boya aydınlatılmış, arada çeşitli süsler asılmıştı.


Sadece cadde değil, vitrinler de süslenmişti.


Yılbaşı, yeni umutları hatırlatır bana… Aslında bunun bir takvim oyunu olduğunu bilsem de her yılbaşında hayatın daha güzel olacağına, yeni senede isteklerime kavuşacağıma inanmaya çalışırım.

17 Ocak 2010 Pazar

Sokak Lezzetleri- Nohutlu Pilav


Eğer Türkiye’de yaşıyorsanız, yol kenarında, kaldırımda seyyar olarak yiyecek satan tezgahlara rastlayabilirsiniz. Bu tezgahlar, hep belli saatlerde kurulur, belli şeyleri satar ve müdavimleri vardır.

Örneğin sabah ve ikindi saatlerinde simitçiler, maç çıkışlarında kokoreç ve köfteciler, akşam saatlerinde ve geceleri nohut pilavcılar, öğlenleri tatlıcılar, kış aylarında kestaneciler……

Her ne kadar zabıtayla başları dertte olsa da, hepsi bu şehrin kokusu ve tadıdır.

Geçenlerde televizyon kanallarını gezip izleyecek bir şeyler ararken, seyyar olarak “nohut pilav” satan bir tezgahtarla yapılan söyleşiye rastladım.

Program yapımcısı, tezgahtarla yaptığı röportajda; nohut pilavı nasıl pişirdiğini, müdavimlerin telefonla sipariş bile verdiklerini ve hangi saatlerde hangi noktalarda satış yaptığını ayrıntılı olarak anlattı, yerinde çekimlerin de eşlik ettiği bu programdan, tezgahtarın bir gününe şahit olduk.Bu tezgahtar, nohut pilavın yanına, isteyenlere haşlanmış tavuk eti de sunuyormuş. Gayet keyifli olan programı seyrettikten sonra canımız çekmedi desem yalan olur, üstelik saat gece yarısını hayli geçmişti.

Her ne kadar sokakta yemenin tadı başka da olsa, bu sokak lezzetini eve taşımaya karar verdim ve evde kendi usulümce nohut+pilav+tavuk yaptım. Nasıl mı?

Malzemeler:

- 2 su bardağı pirinç
- 1 su bardağı nohut
- 2 yemek kaşığı sıvıyağ, 1 yemek kaşığı tereyağ*
- 2,5 su bardağı sıcak su
- Tuz
- Haşlanıp, ince ince didiklenmiş tavuk eti
- Karabiber

*Sokaktaki kadar lezzetli olması için yağı biraz fazla.

Yapılışı:

1- Bir gece öncesinden ıslattığınız nohutu, yumuşayana kadar haşlayın. Bu arada;

2- Pirinci, 10-15 dakika kadar oda sıcaklığındaki suda ıslatın. Unlu suyu gidene kadar yıkayıp suyunu süzün.

3- Pilavı pişireceğiniz tencereye yağları alın, pirinci ilave edip, arasıra karıştırarak pirinç tane tane oluncaya kadar kavurun.

4- Tuzu ve sıcak suyu ilave edip, kısık ateşte pirinç suyu çekene kadar pişirin.

5- Haşlanan nohutun suyunu süzüp, pilav ile güzelce harmanlayın.

6- Nohutlu pilavı tabağınıza koyun, ortasını biraz açarak bu kısma tavuk etini yerleştirin. Üzerine bol çekme karabiber serperek servis yapın.

Afiyet olsun !

12 Ocak 2010 Salı

İznik Gezisi

Bursa’nın İznik ilçesi, İstanbul’a yakınlığı nedeniyle, özellikle günübirlik geziler için bence çok uygun. İznik’e gitmek için, Yalova-Bursa otoyolunu kullanmanız, Orhangazi’ye geldiğinizde İznik levhalarını takip etmeniz yeterli olacaktır.

Helenistik çağ, Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerine ilişkin eserler barındıran ve yüzyıllardır insanoğluna ev sahipliği yapan İznik’e “açık hava müzesi” denebilir.

İznik, Hıristiyan’lar için de önemli bir şehirdir. Çünkü İmparator 1. Constantinus devrinde, Hıristiyanlığın serbest bir inanç olarak devletçe resmen tanınmasında önemli bir olaya ev sahipliği yapmıştır. Kilise hakkında alınacak kararları görüşmek üzere üçyüzden fazla ileri gelen din adamı, MS 325 yılında İznik’te bulunan Senato Sarayında 1. Konsil İmparator Costantinus’un da katılımı ile toplanarak, Hıristiyanlıkla ilgili yortu günlerini ve 20 maddelik kanun metnini kabul etmiştir. 787 yılında ise İznik Ayasofya’sında 2. Konsil toplanmıştır. Toplantıların yapıldığı yerlerin kalıntıları maalesef günümüze pek ulaşmamıştır.

Şehrin dört bir yanı tarihi Bizans surları ile çevrilidir. Bu surlar ve şehrin o dönemki giriş kapıları, kısmen ayaktadır. Birçok kaynağa göre, surlarla çevrili bölgenin haç şeklinde kesen dört kapısı dört incili, 12 ara kapısı da 12 havariyi simgelemektedir.

Osmanlı döneminde çinileri ile ün salan İznik, Bizans döneminde de oldukça gelişmiş çanak çömlek sanayine sahipmiş.

İznik, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında başkent de olmuştur.


İznik çinisi, 14. yüzyılın ortalarından 17. yüzyılın sonlarına dek İznik’te üretilmiştir. Bilinen en eski İznik çinileri kırmızı hamurludur ve rehberimizin ifadesine göre o dönemde kullanılan kırmızı hamurun formülü sır olarak saklandığından, günümüzde, yüksek teknolojiye rağmen bu sır çözülememiş, o tonda çini üretilemez olmuştur.

İznik Müzesi (Nilüfer Hatun imareti), 1388 yılında 1. Murat tarafından annesi Nilüfer Hatun adına yaptırılmıştır. Türkiye’nin en iyi 10 küçük müzesi arasında sayılmaktadır. Müze bahçesinde, Yunan, Roma, Bizans, Türk dönemlerine ait sütun başları, lahitler, kabartmalar, kitabeler sergilenmektedir. İç kısmında ise, seramik eserler, ziynet eşyaları, sikkeler, 14-15-16 yüzyıl İznik çinileri görülebilir.

Yeşil Cami, Osmanlı mimarisinin en önemli yapılarından biridir. Tek kubbelidir. Bizim ziyaretimiz Mayıs ayına denk gelmişti ve kubbenin üzerinde leylek yuvası gördüğümüzü hatırlıyorum. Demek ki burası, leyleklerin göç yolu üzerinde.

İznik, adını hemen yanı başındaki İznik gölünden almaktadır. Göl, elips şeklinde olup, ülkemizdeki en güzel gün batımlarından birine sahne olduğu söylenmektedir.

İznik geziniz sırasında, dilerseniz çini atölyelerinden alışveriş yapabilir, göl kıyısındaki lokantalarda, sazan balığı yiyebilirsiniz.

Kendi adıma, İznik’e tekrar ve yeni fotoğraf makinemle gitmek için sabırsızlanıyorum.

10 Ocak 2010 Pazar

Dar Hane (Tarhana) Çorbası


Anadolu’da tarhana adının kaynağına yönelik en yaygın inanış, şöyle ifade ediliyor:

‘Vaktiyle bir hükümdar seferdeyken, bir fakirin evine misafir olmuş. Sıkıntı içinde ne ikram edeceğini şaşıran köylü kadın, çabucak bir çorba kaynatıvermiş. Hükümdar kendisine ikram edilen çorbayı çok beğenip, ev sahiplerine övgüde bulunarak, `bu ne çorbası?` diye sormuş. Çorbayı hazırlayan kadın `Dar hane çorbasıdır, kusura bakmayın. Afiyetle yiyin` demiş. `Darda olan ev` anlamına gelen dar hane, zamanla tarhana diye anılmış.’

Çorbanın yapımında kullanılan ve “tarhana” olarak adlandırılan, toz halindeki karışımın içerisine konulan malzeme yöreden yöreye değişiklik göstermekle birlikte, genellikle içerisinde tarhana otu, domates, kırmızı biber, yoğurt, un, soğan, tuz bulunmaktadır.

Hazır çorba yapmak yerine, güvendiğiniz, temiz bir yerden alacağınız tarhana ile çorba yapmak hem daha sağlıklı hem de daha lezzetli olacaktır !

Malzemeler:

- 1 çay bardağı tarhana
- 1 yemek kaşığı domates salçası*
- 1 yemek kaşığı biber salçası*
- Sıvıyağ ya da tereyağ
- 1 diş sarımsak(isteğe bağlı)
- 4-5 su bardağı sıcak su
- Tuz
*Yazın, salça miktarlarını azaltarak, yerine rendelenmiş domates kullanabilirsiniz.

Yapılışı:

1. Tarhananızı bir kaseye alın. Üzerini iki parmak geçecek kadar su ilave edip, arasıra karıştırmak suretiyle yarım saat ıslatın.

2. Dilediğiniz miktarda sıvıyağ ya da tereyağını tencereye alıp, yağı eritin.

3. Salçaları ve kullanacaksanız doğradığınız sarımsağı ilave ederek, salçanın kokusu gidene kadar kavurun.

4. Tarhanayı, ıslattığınız suyuyla birlikte, devamlı karıştırarak ekleyin.

5. Sıcak su ilave ederek, kaynayıncaya kadar karıştırmak suretiyle pişirin. En son tuzunu ayarlayın.

Servis Önerisi:

Tarhana çorbasını, üzerine ufalanmış beyaz peynir serperek servis yapabilirsiniz. Eğer bu şekilde denemek isterseniz, çorbanın tuzunu az koymalısınız.

Afiyet olsun !

7 Ocak 2010 Perşembe

Nimet......



Yere düşmüş kurabiyeye üşüşen karıncalar… her biri bu yiyecekten bir parça kopararak yuvasına taşıma gayreti içinde… taşıyacakları her parça, onların kışlık erzakı….

Küçüklüğümde bir dönem, Afrika’daki açlığın had safhaya çıktığını, akbabaların güçsüz düşen insanların başında beklediği karelerin basında çok sık yayınlandığını hatırlıyorum. O sahneler hala gözümün önünden gitmiyor.

Şimdilerde, dünyadaki açlık ve olası kıtlığın çözümünü GDO’da arıyorlar. Dünyanın bir köşesinde gereğinden fazla tüketen bir toplum ve o toplumun obez insanları, diğer köşesinde ise gereğini bile tüketemeyen bir toplum ve açlıktan kırılan insanları…. Bence bunun çözümü GDO’da, yani nimetimizi değiştirmekte değil, insanların bilinçli tüketim ve yardımseverlik anlayışlarında !

Kendi payıma düşen için elimden geldiği kadar; ekmek kırıntılarını cama koyuyorum, kemikleri biriktirip köpeklere veriyorum, ne kadar canım çekse de mutfak alışverişimi yaparken tüketebileceğimiz kadarını alıyorum, dolabımdaki yiyeceklerin çürümesine, bozulmasına ya da son kullanma tarihlerinin geçmesine izin vermiyorum, elektriği boşuna kullanmıyorum, tabağıma yiyebileceğim kadarını alıp fazlasını ziyan etmemeye çalışıyorum… ve şimdilerde organik tarım için elime geçen sebzelerin çekirdeklerini biriktiriyorum….

Özellikle GDO tartışmalarının hız kazandığı bu dönemde, nimetlerimize daha fazla sahip çıkma konusunda bizlere çok büyük görev düştüğünü düşünüyorum ve canlılar tarafından tüketilebilecek hiçbir nimetin boşa harcanmaması, gereksiz kullanılmamasını diliyorum.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Haspirli Pilav

Alman Usulü Biralı Tavuğun yanına yaptığımız haspirli pilav tarifini aşağıda bulabilirsiniz.

Haspirli pilava, renginden dolayı ailecek “sarı pilav” diyoruz. Genellikle tavuk ve et yemeklerinin yanında güzel oluyor. Renginin sarı olması nedeniyle, davet sofralarında da hoş oluyor. Haspir,pilava sarı bir renk veriyor.

Malzemeler:

- 1,5 su bardağı pirinç
- 1,5 su bardağı su
- Bir tutam haspir
- 1 yemek kaşığı tereyağ
- Tuz

Yapılışı:

1. Pirinci ayıklayıp, ıslatacağınız kaseye alın. Üzerini iki parmak geçecek kadar su ilavesi ile 10-15 dakika ıslatın.

2. Islattığınız pirincin suyunu süzüp, unlu suyu gidinceye kadar tel süzgeçte yıkayın.

3. Bu arada haspiri, 1,5 su bardağı suya ilave ederek arasıra karıştırarak kaynatın.

4. Yağı, pilav yapacağınız tencereye alıp eritin.

5. Suyu süzülen pirincinizi ekleyin ve fazla olmamak şartıyla, pirinç tane tane oluncaya kadar kavurun.

6. Tuzu ve haspirli kaynar suyu ilave edin.

7. Tencerenin altını kısarak, pilavın suyu çekmesini sağlayın.

Afiyet olsun!
 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac