Mudanya’da verdiğimiz gezi+yemek molasından sonra Bursa’ya doğru yola çıktık. Neredeyse yarım saat sonra Bursa’ya vardık. İstanbul’dan yola çıkmadan önce, konaklayacağımız otelden yol tarifi almıştık, hakikaten dedikleri gibi kolayca, yolda kimseye sormadan otelimizi bulduk.
Almira Otel, Bursa’nın merkezinde. Otelin biraz ilerisinde yolun karşısında kocaman bir alışveriş merkezi ve Heykel’e giden dolmuşların kalktığı meydan var. Yol yorgunu olduğumuzdan ve Mudanya gezimiz şimdilik kafi geldiğinden, öğleden sonramızı odamıza yerleşmek ve kapalı havuzda dinlenmekle geçirdik.
Ertesi sabah vakitlice uyanıp kahvaltı ettikten sonra, bahsettiğim meydana çıkıp dolmuşa binerek Heykel’e gittik.
Heykel, Bursa’nın en ünlü semtlerinden biri. Adını, burada bulunan Atatürk Heykeli’nden alıyor.
İlk durağımız, Bursa Şehir Müzesi’ydi. Üç katlı olan bu müze; fotoğraflar, belgeler ve tasvirlerle Bursa’yı, Bursa’nın meşhur özelliklerini, yaşam tarzını sergiliyor.
Sonrasında, Bursa Arkeoloji Müzesi’ne gitmek istedik ama müzenin bu yıl sonuna kadar restorasyon sebebiyle kapalı olacağını öğrendik ve çok üzüldük. Sekiz ay boyunca ne tür bir restorasyon yapılacak maalesef anlayamadım, anlam veremedim. Neyse…Bursa, Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış olduğundan, önemli tarihi eserlerle dolu. Biz de, her ne kadar kronolojik sıraya uymasa da gezimize bunlarla devam edelim dedik.
Heykel’den biraz geriye doğru, yani trafiğin tersine yürüdüğünüzde, Bursa’nın meşhur Ulu Cami’sine ulaşıyorsunuz. Ulu Cami; 1399 yılında I. Bayezid tarafından yaptırılmış. Hakikaten çok büyük ve kubbesi çok yüksek bir cami. İçerisi bizim gibi turistler ve ibadet edenlerle doluydu. Dışarıda ise asırlık çınarları görmeniz mümkün. Ağaçların üzerine “anıt ağaç” yazmışlar, ki ne kadar doğru.
Ulu Cami ziyaretimizin ardından, hemen bitişikteki hanları/çarşıları gezmeye başladık. Biliyorsunuz Bursa’nın dokumacılığı, havlu ve ipeği ünlü. Gezdiğimiz hanlardaki dükkanlarda satılan ipek eşarplar, kravatlar, gömlekler, çeşit çeşit havlular hepsi birer sanat harikası, renk cümbüşüydü. Bayram olması nedeniyle hanlar Türk bayrakları ile süslenmişti, insanlar cıvıl cıvıldı.
Sırasıyla Kapalıçarşı, Koza Han, İpek Han’ı gezdik. Bu hanların hepsi, Osmanlı döneminde yapılmış ve vakıflara gelir elde edilmek üzere kullanılmış. Halen de dopdolu, İstanbul’daki Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı’na benziyorlar. Aralarındaki fark, anıt ağaçlar altında soluklanabileceğiniz avlularının olması.
Yorulduğumuzu anlayınca Koza Han’ın avlusunda kahve molası verdik. Gezimizin en hoşuma giden kısımlarından biri işte bu molaydı. Diğer hanlardan farklı olarak Koza Han’ın avlusu çay işletmeleri ile dolu, hatta kimi işletmeler Türk kahvesi fincanlarını sergilemişler, gayet hoş bir görüntü olmuş.
Kahve molamızın ardından önce Orhan Camii’ne, sonra Fidan Han’a gittik. Orhan Camii, 1339 yılında Orhan Gazi tarafından yaptırılmış, bahçesinde yine asırlık çınarlar.
Öğlen yemeği saati çoktan geçmişti, hem acıkmıştık hem de meşhur Bursa İskender’ini yemek istiyorduk, ama dolmuş şöförünün bize tarif ettiği tarihi lokanta, yani İskender kebabın doğduğu dükkan meydandaydı ve gezmemiz gereken yerleri hala bitirmemiştik.
Son bir gayret, Heykel’den aşağı doğru yürüyerek, Bursa’nın simgelerinden biri olan Yeşil Türbe’ye gittik. Türbenin hem içi hem de dışı çinilerle kaplı olup, adını bu çinilerin renginden almış. 1421 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır, içinde sandukalar bulunmaktadır.
Yeşil Türbe’den sonra, Tophane semtindeki Orhan Gazi ve Osman Gazi Türbelerine gittik. Bu türbelerin olduğu geniş alanda, İstiklal Harbi şehitleri için de şehitlik ve anıt yapılmış. Türbelerin bulunduğu geniş alana, diğer ülke başkentlerinin kaç kilometre uzaklıkta olduğunu ve istikametini gösteren levhalar koyulmuş.
Geniş alanda, tarihi saat kulesini görebilir, Bursa’yı kuşbakışı izleyebilir, anıt ağaçların altında oturup soluklanabilirsiniz. Saat kulesi, Sultan Abdülaziz tarafından 1905 yılında yaptırılmış.
Bir müddet mola verdikten sonra taksiye binip, serüvenimize başladığımız yere, yani Bursa Merkez’e döndük ve sora sora o küçücük İskender lokantasını bulduk. Oto tamircilerinin olduğu bir ara sokakta, içerisinde neredeyse 6-7 masa bulunan minnacık bir dükkan. Kahvaltıdan sonra hiçbir şey yemeyip, suya talim eden midelerimiz lezzetli Bursa İskender’ini görünce bayram etti. Dedikleri kadar var, artık havasından mı suyundan mı bilemiyorum ama Bursa’ya giden herkese imkanları ölçüsünde bu lezzeti tatmalarını öneririm.
Kebapçıdan sonra kestane şekerlerimizi alıp, hayli yorgun olarak otelimize döndük. Ertesi gün
Cumalıkızık gezimizden sonra, İstanbul’umuza döneceğimizden, Bursa gezimizi bu kadar ile sınırlı tuttuk. Geri kalan yerler, özellikle Arkeoloji Müzesi inşallah bir başka sefer…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder