Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



12 Mayıs 2013 Pazar

Sana.....

Küçücük mutfağımızdaydık, ben her zamanki gibi tabureme tünemiştim. Birlikte o mis kokulu, şekilli kurabiyelerden pişirmiştik. Tarifi hafızanda kayıtlı, sonsuza kadar kaybettiğim o lezzetli, yumuşacık anne kurabiyelerinden....

Karnın kocaman oldu sonra, "kardeş geliyor sana" dediniz. Dünyalar benim oldu, bana verebileceğin en anlamlı, en muhteşem, en özveri gerektiren ve yokluğunu asla hayal edemeyeceğim kardeşim, can yoldaşım, ailemin elimde kalan son can parçası.... Seni ancak onunla paylaşmaktan kıskanmadım. Ama onun dışındaki herkesle herşeyle paylaşmayı kabul edemedim bir türlü. İşte o yüzden, mutfak penceresinin kenarındaki, hergün suladığın ve konuştuğun menekşenden bile nefret ettim. Belki sevgini çok erken kaybedeceğim için, kim bilir....

Hep çalıştın, hep koşturdun, her zaman bizim için uğraştın. Yükün, bir insan evladının kaldırabileceğinden ağırdı. "Evlilik iki atın çektiği bir arabadır" derdin, işte şimdi anlıyorum ne demek istediğini. Oysa sen, tek başına omuzlamıştın tüm sorumluluğu. Gecenin bir yarısı uyanırdım, salonun küçük ışığının altında önünde dosyalar çalışırdın, geceleri ek iş yapardın. Gündüzleriyse tam mesai işyerindeydin. Tüm zorluklarına rağmen hayatından asla yakınmaz, işinden şikayet etmezdin. Kardeşimle bana, güçlü, ayakları sağlam basan, sevgi dolu bir annenin ne olduğunu öğrettin.

Hasta bile olmazdın, 18 yıllık birlikteliğimizde sanırım iki kez grip olmuştun, o bile fazlaydı senin hayat koşullarında. Hasta olsan sana, bize kim bakacaktı ki? Sadece bizim değil, büyükbabamın da "gören gözüm, duyan kulağım, işleyen aklım" dediği biricik kızıydın. Sen, bizim herşeyimizdin, yaşama sevincimiz, var oluş nedenmiz... en çok istediğim şey sana layık bir evlat olabilmekti, seni gururlandırmak, çektiğin onca sıkıntıya değdiğini göstermekti...

35 yaşımın yaşanmışlıklarıyla geriye dönüp yaşadığın hayatı sorguladığımda çok farklı şeyler görüyorum. Hayal kırıklıklarını, hayallerini, imkansızlıklarını bu aklımla bir kez daha anlamaya çalışıyorum. Seni yeterince sevip sevemediğimi, sayıp sayamadığımı, sana huzur verip veremediğimi düşünüyorum. Ve maalesef yaptığım hiçbirşey yeterli gelmiyor. "Keşke" diyorum....

Bazı geceler sonsuz ağlıyorum, yastığım sırılsıklam oluyor. Sonra pişman oluyorum, ruhunu huzursuz ettiğimi düşünüyorum. Acaba ruh var mı? Acaba beni görebiliyor musun? Acaba görmeyi çok istediğin torununun varlığını biliyor musun? Acaba......?

Başka şeyler düşünüyorum sonra.... Hayatta olsaydın ne olurdu mesela? Geçmişte verdiğim kararları verir miydim? Karakterim, huyum suyum nasıl olurdu? Daha mutlu olur muydum? Sorularımın kendime yönelik olmasına kızıyorum bir anda. Sen nasıl olurdun acaba? Yaptıklarımızla, başarılarımızla, başarısızlıklarımızla seni mutlu eden, sana gurur veren iki çocuk olabilir miydik? Hep hayalini kurduğun gibi emekli olup yazlığımıza yerleşir miydin? "Çocuklarınız olduğunda isimlerini ne koyacaksınız?" diye sormuştun bir gün, kardeşim 12 ben 18 yaşındaydım bize bunu sorduğunda. Kardeşim "Oğuz" bense "Yasemin" demiştik cevaben. Ama kızımın adı "Defne Ece" oldu anne, kulaklarında kalan isim değil.....

Beyin kanaması geçirip bilincini yitirmeden önceki son sözüne "çocuklarım" diye başlamışsın. Ne diyecektin hala merak ederim. Demek, söyledikleri gibi bir anne son nefesinde bile çocuklarını düşünüyormuş. Haberi büyükbabamdan aldığımda inanamadım, oysa zaten 14 gündür komadaydın ve doktorların umudu yoktu. Buna rağmen uzunca bir süre inanamadım, herşey şakaydı, yalandı, bitmeyen bir kabustu. Bazı geceler uyanırdım, gözlerimi açıp da kendimi bir başka evde, bir başka yatakta bulduğumda bir an şaşırır sonra acı gerçekle yüzleşirdim "annem yok artık". Bazı sabahlarsa büyükbabacığım kardeşimle benim başımızı okşardı uyanmamız için, "ah yavrularım" diye ağlardı,  koca çınarımın ağladığını ilk kez görüyordum. O da büyük bir kayıp yaşıyordu, ama bizim için dimdik ayaktaydı. Son nefesine kadar....

Ve seni sonsuza kadar bu dünyadan gönderdiğimiz o Kasım gecesi, üşüyüp üşümediğini düşündüm. Toprağın altında neden yapayalnız kalmak zorunda olduğunu, beni öpen dudaklarının, saçlarımı okşayan ellerinin, beni sımsıkı kavrayan kollarının, ışıl ışıl gözlerinin artık yok olacağını. Sevginden sonsuza kadar mahrum olacağımı.... Peki neden, neden biz, neden o? İsyan da ettim yalan değil.... Ama sonra, öğrendim ki anneleri erken yaşta ölen birçok insan var. Ben ne ilkim ne de son...

Alışması, kabul etmesi zor. Bu yaşımda bile, aradan onca yıl geçmiş olmasına bile, "anne" olmama rağmen.... böylesine büyük bir boşluk işte sensizlik....

Bugün sana verebileceğim en güzel hediye, bu dünyada bulamadığın, sana çok görülen huzur içinde uyuman için dua etmekten fazlası değil.....  

Bu yazı, dün Reyhanlı'da evlatlarını/analarını kaybeden ve özellikle böylesi bir günde dünyanın en büyük acılarından biriyle kavrulan tüm yürekler için gelsin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac