Aslında başka şeyler yazmak istiyordum.... Defne'nin sevdiği oyuncaklar, organik gıda ve etiket okuma, kız çocuk yetiştirmek üzerine okuyup beğendiğim bir yazı... Amma velakin bu akşam birden yağmur bastırdı, durup dururken eşimle çocukluğumuzu konuşmaya başladık seslerimiz titreyerek, anlayacağınız nostalji sardı birden...
Gazebo'nun "I like Chopin" diye bir şarkısı vardır bilir misiniz? Çok severim o şarkıyı, dilime dolanıyor kaç gündür. Harika bir piano eşlik eder bu şarkıya. Bir yerlerinde "rainy days never say goodbye" der, beni benden alır, acayip duygusaldır.
Böyle bir ruh halindeyken, hatırladığım ve yaşadığım İstanbul'u anlatmak istiyorum...... Doğma büyüme İstanbul'dayım, yani 1978'den beri buralardayım. Eskilerde olup da şimdilerde olmayan ama hatıralarımda güzel/değişik yerler işgal eden İstanbul manzaralarını/insanlarını/yerlerini paylaşmak istiyorum.
İlkokula giderken mahallemizden geçen patates-soğancı ve domatesçiyi hatırlıyorum. "Beş kilo falanca lira" diye hoparlörde bağırırdı kamyoncu. Kamyonun arka tarafında manuel tartısı ve yığınla patates-soğan-domatesi olurdu. Sesi duyar duymaz, iş yerindeki anneme telefon ederdim, lazımsa alırdım.
Çantasıyla ev ev gezen video kasetçi vardı. Film kiralar ya da satın alırdınız. Sırtında kocaman bir spor çanta, içi ağzına kadar her türlü film dolu. Kardeşim de ben de az film kiralamadık. Demek o zamanlar güven vardı, şimdi böyle bir adam kapıyı çalsa ne yaparım bilmiyorum.
Sokakta ayı oynatan çingene vardı. İşte ondan korkardım ben. Ayının bir gün o zincirlerini koparacağını ve etrafa saldıracağını düşünürdüm. Bir de çingenenin tefine eşlik ederek dans etmesi vardı ki, hakikaten trajik bir sahneydi.
Migros'un mahalle mahalle gezen ve satış yapan otobüsü de vardı. Arkasından biner, alışverişinizi yapar, ön kapıda ödemeyi halledip inerdiniz. Bir de kendine özgü müziği vardı, Migros otobüsünün geldiğini bu müziği duyunca anlardınız.
Annemin işyeri İstiklal Caddesindeydi. Bazı günler beni de götürürdü. O zamanlar İstiklal Caddesi trafiğe açıktı. Bir delisi vardı, sabahın erken saatlernde gördüğümüz. "Allahım" diyerek elektrik direklerine sarılır, öperdi. Onu görünce biraz korku biraz da merakla izlerdim ve haline içten üzülür garipserdim. Annemin işine gittiğim günler, yapmayı en sevdiğim şey, çaycıya sipariş vermekti. O zamanlar, şimdinin iğrenç çay/kahvesini yapan otomatlar yoktu. Çaycılar vardı. Hep ıhlamur içmek isterdim. Annemin çekmecesinden sarı renkli markaları çıkarmasını hayranlıkla izlerdim. Sarı marka ıhlamuru, kırmızı çayı, kahve rengi/siyah da kolayı ve kahveyi temsil ederdi. En büyük hayallerimden biri, büyüdüğümde annem gibi iş kadını olmaktı, böylece kendi markalarım olacaktı. Bir diğer sevdiğim şeyse, annemle işe gittiğimiz günler öğle yemeklerini yediğimiz lokantaydı. İstiklal caddesinin ara sokaklarından birinde annemin, "Bulgar göçmeni" dediği, saçları akça pakça amcalar çalışan bir tavukçu vardı. hayatımda yediğim en güzel tavuk pilavları pişirirlerdi, yumulurdum resmen.
Yazları büyükbabamla Büyükçekmeceye giderdik. O zamanlar Marmaraya/Boğaza tereddütsüz girebilirdiniz, kolibasilmiş, mikropmuş vesairmiş yoktu. Pırıl pırıldı deniz. Kıyıda siyah minik balıklar ve kum balıkları yüzerdi, annemle yakalar, bir kovaya koyar ve sonra salıverirdik. Denizde bol bol gelgit olurdu. Bu hareketin ardından kalan deniz kabuklarını toplamak çok hoşuma giderdi. Bir de deniz tamamen yumuşacık kumdu, yosun filan yoktu. Hatta denizanasıyla bile çok yıllar sonra tanıştık.
Masa tenisi oynamayı çok severdim. Öğleden sonraları saatlerce oynayabilirdim, hatta küçük yarışmalara katılıp ikinci üçüncü olduğumu bile hatırlıyorum. Acaba şimdi denesem yine başarılı olur muyum, yıllar var masa tenisi oynamadım.
Etiler/Nispetiye caddesi şimdiki gibi kafelerin, banka şubelerinin, lokantaların istilasına uğramamıştı. Genelde mesken olarak kullanılan villalardı onlar, bahçelerinde ağaçları olan. Büyükbabamla yürüyüşe çıktığımızda, selamlaşırdık balkonda oturan sakinleriyle, demek herkes tanırmış birbirini.
Şu an Akmerkez'in ve Cevahir'in olduğu yerlere defalarca sirk kurulmuştu, annem götürmüştü beni. Hayvanları kah üzülerek kah merakla seyretmiştim, cambaz gösterileriyse yüreğimi ağzıma getirmişti. Akmerkez'in açılması bizim için büyük olaydı, liseye başlamıştım o yıl. Etiler trafiği felç olmuştu, halen de öyledir.... Ataköy Galeria ise tam bir fenomendi çünkü içinde Fame City adında bir oyun merkezi vardı. Kardeşimle oraya bayılırdık, nadiren de olsa giderdik.
Hele Mc Donalds'ın Taksim'deki ilk şubesinin açıldığı gün ve Burger King'in Etiler'de şube açtığı günü unutmayacağım. Mc Donalds'ın ilk şubesi Taksim'de açılmıştı, bir haftasonu annem, kardeşimle beni götürdü. Sanırım ilk kez hamburgerciye gidiyorduk, nasıl birşeydi merak içindeydik. Menülerimizi aldık tam yiyeğimiz sırada dışarıda protesto gösterisi koptu. ABD malı olan Mc Donalds'ı protesto ediyorlardı. 1960'ların sonunda üniversite olaylarında hukuk fakültesinde okuyan annem, panik oldu haklı olarak, hemen kardeşimle beni cam kenarından uzaklaştırdı. "Keşke gelmeseydik" filan dedi ama kardeşimle ben mutluyduk halimizden. Hem zararlı ve lezzetli şeyler yemiş hem de menüden çıkan oyuncaklarımıza kavuşmuştuk. Burger King ise ağır gelmişti, bir daha gelmeyelim demiştik....
Bu liste, düşündükçe uzayıp gidecek sanırım. Hayli uzun bir yazı oldu, dayanıp sonuna kadar okuyabildiyseniz hatıralarımı paylaştığınız için teşekkür ederim...