" Bir hastane odasında sabaha karşı onun ölmesini bekliyorum. Günlerdir bekliyorum. Çok yorgunum, artık düşüncelerimin, duygularımın günlük gerçekliğin çok dışında olduğunu biliyorum..... Şimdi bir başka yerde olmayı, bir başkasının yerinde olmayı ne çok isterdim. Annem; burnundan, kollarından çıkan boruların içinde akan sıvılarla, şişmiş boynu, kızarmış göğsü, tuhaf yüz anlatımıyla uyuyor. Buna uyumak denebilirse. Artık burada değil. Kimse onun şu anda nerede olduğunu, nasıl birşey yaşadığını bilmiyor. Ona bakıp kendi kendime, belki de acı çekmiyordur, belki de unutulmaz güzellikteki düşlerden birine dalmıştır diyorum, inanmadan. Beni tanıdığını belli eden bir işaret vermiyor.
Bütün güzel anların geride kaldığı bütün saatlerden nefret ediyorum, zamanın alay edercesine geçişinden, geride hep -artık dönülemeyecek anlar- bırakmasından. Elini okşuyorum. -Beni gerçekten duyuyor musun, su içmek ister misin ?- diyorum......
Ansızın gelen ölümü seviyorum, sonsuz bir hızla çarpan, alıp götüren ölümü. Oysa şimdi, burada onun direnişini izliyorum, lanetlenmiş biri gibi yavaş yavaş tükenişini, ölümün, gözlerine, ellerine, dudaklarına sızmasını, bütün bedenine yayılmasını....
Şişedeki sıvı büyük damlalarla akıyor. O renksiz sıvı plastik boruların içinden, kollarına açılmış deliklere gidiyor, göğsü inip kalkıyor, bir makine kalp atışlarını sayıyor, makinede kalp atışlarının sesini duyuyorum, ama bize yüreğimizdeki boşlukları, o boşluklara yerleşmiş acıları, bilinçten yüreğe, yürekten bilince giden yolların taşıdığı gizemli görüntüleri gösterecek bir makine yok.
Zaman geçmiyor, günün azalması onun biraz daha biraz daha uzaklaşması, o tek tek damlayan sıvıyla ölçülebiliyor.....
Şimdi artık tanınmaz hale gelmiş bu bedenden yavaş yavaş çekilip giden ışığı görebiliyorum, o ışıkla birlikte yaşamımdan ne çok görüntü gidiyor.....
Onun bir daha gözlerini açmayacağını, beni tanımayacağını biliyorum. Doktorların çoktan ümit kestikleri annem oracıkta. Bilinci kapalı olarak büyük bir yaşam savaşı veriyor. ....... Bir insanın, bu kadar çok sevdiği bir varlığın yaşamla ölümle içiçe olduğu bir yerde böyle sıkışıp kalmış halini izlemesi, soluk alıp verdiği halde, hafif de olsa bazı reflekslerini yarı umut yarı umutsuzlukla seyretmesi zaman geçtikçe ürkütücü bir hal alıyor................................."
Sen hiç, en sevdiğinin komadaki haline şahit oldun mu sevgili okur? Yukardaki satırları, hatta çok daha fazlasını içten ve fiziken yaşadın mı? "Yaşamayan bilmez, anlamaz derler" ya, anneciğimin 14 gün, bilinci kapalı olarak kaldığı koma durumundan ebedi uykuya geçişi bende o kadar derin o kadar onarılmaz yaralar açtı, kendimi o kadar yalnız, o kadar anlaşılmaz ve çaresiz hissettim ki..... Ta ki Kürşat Başar'ın "Konuştuğumuz Gibi Uzaklara" ve Nazlı Eray'ın "Uyku İstasyonu" isimli eserlerine rastlayana kadar. İtalik yazılar birebir söz konusu eserlerden alınmıştır.
İşte bu günlerde çok tartışılan, falancaya ağlamadın filancaya neden ağlıyorsun diye birbirimizi suçladığımız, kimimizin umrunda bile olmayan Berkin Elvan'ın 269 günlük koma hayatında en yakınlarının yaşadığı durumlar çok ama çok özetle böyledir işte..... Her ne olursa olsun, kim olursa olsunlar, özellikle ana- baba için bence hayatın en ağır, en acımasız imtihanlarından biridir yaşadıkları. Ve eminim izlerini ömürleri boyunca taşıyacaklardır.
Uykunun kardeşi ölümdür, ölüm. Bir nefes kadar yakın ama bir nefes kadar da uzaktır hepimize. Sonsuza uzanan hayallerimiz, planlarımız, nefretlerimiz, hırslarımıza inat, acı bir gerçek olarak saklanmıştır arkamıza. Her akşam bayıla bayıla yattığımız uykunun, gelmesini asla istemediğimiz kardeşidir ölüm.
Komaysa, uyku ve ölüm kardeşlerin inatlaşmasıdır bir anlamda. Hem uyuyorsundur hem ölüsündür, hem uyuyorsundur hem istediğin zaman uyanamıyorsundur, hem ölüsündür hem "çıkmayan candan ümit kesilmez"sindir. İşte böyle ikilemdir bitkisel hayat, bitkiler gibi, ama maalesef her akşam çiçeklerini kapatıp her sabah güneşle açılamıyorsundur.....
Berkin Elvan 269 gün kaldı bu şekilde, hatta feci şekilde eriyerek, değişerek, yaşayan bir ölü, ölü bir yaşayan olarak. Diğer herşey bir kenara, sırf bu yüzden, sadece bu kadar acı bir ölüm olması yüzünden bile, bu aileye bir başsağlığını fazla gören, beni ve benim gibi düşünenleri "ölü sevici" (nekrofil) olarak nitelendiren zihniyeti sonsuz kınıyorum.
Neden Ambalajlı Süt?
4 yıl önce
Bir anne olarak bu acıya kayıtsız kalmak umursamamak imkansız bence. Allah ailesine sabırlar versin.
YanıtlaSilAncak insanların bu konuda kafaları karışık bence.
Bir yanda ölüm var görüp üzülmemek elde değil e diğer yandan da bu kişi "bazılarının değerlerine" ters düşen tavırlar sergilemiş, küçük bedeninden büyük işlerin içine girmiş (resimler malum). İnsanlar işte bunu hoş göremiyorlar. Bir diğer yandan bu ölümün inanılmaz bir şekilde sembolleştirilmesi var, insanların bam teline dokunacak resimler, illüstrasyonlar, ekmek, cenaze üzerinden hükümeti vurma çabası..
Ama diğer yandan da önceki gün öldürülen Burak için bunların binde biri yok. E o da bir anne baba kuzusu e o da gencecik yaşta terketti dünyayı, yok işte. Tavırsa hepsine aynı duruş sergilenmeli ama değil. çünkü Burak'ın ölümü o kadar reytingli değil.
O kadar karışık günlerdeyiz ki Allah birliğimize dirliğimize zeval verecek her türlü plandan projeden memleketimizi korusun inşallah.
Sevgiler.
Selam Sessizce,
YanıtlaSilValla temelde haklısın, hepimizin kafası çok karışık. Maalesef montaj olup olmadığına, doğru olup olmadığına emin olamadığımız o kadar çok şeyle karşı karşıyayız ki. Ama tersinden anlam çıkarmaya çalıştığımda şunu görüyorum. Diyelim Berkin Elvan terörist, bir şekilde bu oyunlara girmiş, ama o zaman buna tepki duyan "bazı"larının APO'ya "sayın" denmesine ve teröristlerle masaya oturulmasına da tepki duyması ve sonuçta hükümeti protesto etmesi lazım, Ama bir kısım oy veren bunu görmüyor, oysa AKP'nin bu yaptıkları montaj filan değil, bizzat doğru olaylar. Babası ekmek almaya gittiğini söylüyor, basında çok farklı durumlar var, başbakan da çocuğu terörist ilan etti (apoya sayın diyen birinin bu tespiti neye dayanıyor bilemiyorum) ama, açılım projesi kapsamında "devlet"in sınırda karanfillerle terörist karşıladığı alenen, tereddütsüz gerçek. Hal böyleyken diyelim ki Berkin teröristti hakikaten sapanla taş atıyordu vs, o zaman bu çocuğun cezası ölümcül bir darbe vurmak mıydı? işte benim kızdığım nokta da bu. çocuk ekmek almaya çıkmıştı ya da protesto ediyordu, ölümcül bir yerinden vuruldu ve çok uzun bir süre can çekişti, oysa bir insanı etkisiz hale getirmek için başka çareler vardır. Burak'a gelirsek, onunki de çok trajik, onu da bir terör örgütü üstlendi bildiğim kadarıyla. Her iki babanın yaptığı açıklamalar, sağduyu çağrıları ve hala birbirimize düşmememiz bence kayda değer şeyler, demek geçmişteki kanlı kavgalardan ders çıkarmayı başarabilmişiz. Dediğin gibi birlik ve beraberliğimize sahip çıkmalıyız, bu gemi hepimize yeter, sadece orta noktaları bulmalıyız. Provokasyona gelmemeliyiz. Ancak bizi bu çelişkilere düşürenlerden, güvensizliğe ve belirsizliğe sürenlerden de hesap sormalıyız. Kendi adıma, 12 sene evvel bu kadar belirsiz, bu kadar güvensiz, bu kadar hukuksuz hissetmiyordum.
İyi haftasonları,