Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



21 Şubat 2014 Cuma

Teneşir "Parti"nizi Nasıl Alırdınız?

Anneannemin kuzeninin oğlu öldü pazar günü, aniden, 55 yaşındayken, kalp krizinden. Geride eşini ve 20'li yaşların başındaki kızını bıraktı. "Yakın" mıydık, değildik, "uzak" mıydık, sayılmaz, velhasıl her ölüm gibi iç burkan, insanı anılarına götüren, empatiyle içini kavuran yanları yok değildi. Biraz vazife birazsa kalan yakınlarımın hatrına, uzun zaman sonra gittiğim ilk cenaze oldu, kabristan faslını da dahil edersek bayağı "engel"li bir maratondu benim için. Çünkü artık ruhum kaldırmıyor böyle olayları.

Gördüğüm ilk cezane merasimini hatırlıyorum, küçük sayılırdım, üzülmüştüm ama havada bir üzüntüydü, taa yüreğimin içinde değil. Annemin yaşadığı üzüntü daha çok koymuştu bana mesela. Annemin cenazesine kadar beni derinden yaralayan bir merasim de olmadı. Klasik Emirgan camiinde kılınan namaz ve ardından Emirgan mezarlığındaki aile kabristanına gidip, ölen bedeni toprak anasıyla buluşturma. Bir yanını orada bırakarak sığamadığın evlere dönüş.... Bir tek büyükbabamınki farklıydı, son dileği üzere Selimiye'de kılınmıştı namazı, sonrası aynı mekan.

Düşündüm de, dünkü cenaze merasimi öncesinde son 3 yıldır bu "iş"lere uzak kalmışım. Oysa bir dönem, üstelik 20'li yaşlarımın ilk yarısında neredeyse her hafta bir cenazeye katılırdım büyükbabamla. Üstelik isteyerek, koşarak, uçarak. Annemin ölümünden sonra iyice içiçeydim büyükbabamla, aynı evi paylaşmaktan öte, aynı acıyla kavrulup birbirimize belli etmeden "mutlu" rolü oynardık. Kendisi de yaşlıydı, sınıf arkadaşları birer ikişer ölüyordu, "sıra" ona da geliyordu. Gerçi böyle demek saçmadır, yine tecrübemle sabittir ki insanoğlunun hesabı ile yaradanın hesabı asla birbirini tutmaz. Telefonda falanca yaşlı akrabanın ölüm haberini almayı hesap ederken hiç beklemediğin bir "sürpriz"le karşılaşabilirsin.

Öyle ya da böyle her hafta birileri ölürdü, ben de büyükbabam yalnız kalmasın diye, ona moral olsun diye takılırdım peşine. Bir de, önce camiden ardından mezarlıktan, kolkola çıkarsak onu Azrail'den söküp alabileceğimi düşünürdüm, saf saf, hani ben gençtim ya gençler yapabileceklerini sanmalarıyla meşhurdurlar.... Tüm dertleri, ağlamaları, yalnızlığı gerimizde bırakırdık sanki arabaya binip uzaklaşırken. Ama biliyordum ki bir gün Selimiye avlusunda yanımda tontonum olmadan dimdik ayakta durmam gerekecek. Ve işte o gün geldiğinde, nerelere sığacak, kime yaslanacaktım?

Annemin deyimiyle "teneşir partisi" dir cenaze törenleri. Gözlem ve bunca tecrübeye dayanarak, birinci derece yakınlar dışında herkes için öyle böyle birşeydir. Dünkü de işte aynen öyleydi. Cami avlusunda elinde telefon konuşanlar, fotoğraf çekenler mi dersin, bir gün evvelin maçını tartışanlar, güneş gözlükleri arkasında birbirini süzenler, derin sohbetlere dalanlar, hele kıyafetler, dün taytla gelen bile gördüm. Oysa orada bulunma amacı, son bir dua okumak, ölüyü mümkün oldukça "iyi" anmak, kalanlarına manen destek olmak, belki biraz iç sesini dinlemek, bir an için bile olsa gündelik telaşlarını avlunun dışında bırakma saygısını gösterebilmek, davranışınla giyiminle bir tören havası içinde olmak.... Mezarlıktan 100 metre uzakta birbirine "Hadi Sütiş'e gidiyoruz" diye neşeyle seslenen tipleri pataklamamak için olgunluğun zirvelerinde gezinmek gerekmez mi sizce de? Evet belki abartıyorum, belki çok şekilciyim ama ne yapalım ben de bunu gördüm ailemden.

"Teneşir partisi" lafı rahmetli anneciğime aitti. O, bu gerçekle benden çok çok daha evvel yüzleşmiş ve kendince ti'ye almıştı. Hakikaten de kimileri için "acı"yla dolu olan bu "iş"ler kimileri için "teneşir parti"si havasında geçer öyle değil mi?

Peki ya biz kalanlar?? "Teneşir parti"nizi nasıl alırdınız efendim?.....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac