Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



30 Kasım 2012 Cuma

Bahar geliyooor !

Başlığı okuyunca delirdiğimi ya da yurtdışında, muhtemelen güney yarım kürede yaşadığımı düşünebilirsiniz. Ama aklım fikrim yazda/sıcakta/güneşte ve denizde olsa da, kanla canla İstanbul'dayım.

Üstelik kara kara düşünüyorum bu kışın nasıl geçeceğini. Defne'canımın nasıl sokaklara alıştığını, onunla parka gitmeyi ve bahçede meyve avına çıkmayı ne çok sevdiğimi düşündükçe gümbür gümbür yağmurlar, savuran fırtınalar ve elbet kar bana çoook itici ve uzak geliyor. Gelin görün ki 21 Aralık olarak verilen kış başlangıcına doğru hızla ilerliyorum.

Yine böyle kara düşüncelere kapıldığım bir gün fark ettim ki orkidelerim dal vermekteler. Evet ! Yaklaşmakta olan kışa, yanmakta olan kalorifere, kararmakta olan içime inat benim küçük bitkiciklerim, bana umut ve yaşama sevinci aşılamak üzereler !

Dört orkidemin üçünde dal çıkmış durumda. Biri hayli uzamış, diğeri orta vaziyette ve en miniği serçe parmağımın ucu kadar :) Demek ki, her sene olduğu gibi önce dallarını uzatacaklar, sonra tomurcuklarını verecekler ve en sonunda tatatatatataaaa çiçek açacaklar. Evime/ruhuma/ hayatıma baharı getirecekler. Bir öncekinin aksine bu kez dalları uzun sopalara nazikçe bağladım, ki çiçekler düzgün bir şekilde açsın. Küçük yamağım da meraklı gözlerle bu faaliyeti izledi.

Geçen sene çiçeklerin az buçuk farkında olan Defne'can, bakalım bu sene bu gelişime nasıl tepki gösterecek. Sandalyeye rahatça tırmanıp, ondan sakınmaya "çalıştığım" orkidelerimle ne numaralar yapacak. Acaba tüm yaz ona öğrettiğim gibi, "çiçekleri koparmıyoruz, öpüyor ve kokluyoruz" yolunda ilerleyecek mi? Yoksa elinin ayarını kaçırıp ya da içindeki şeytana uyup birkaçına kıyacak mı?

Onu bunu bilmem ben, açacak çiçeklerimin hayaliyle mutluyum mutlu !

29 Kasım 2012 Perşembe

Defne'can tatil köyünde !

Defne'den önce ve Defne'den sonra olarak ikiye ayrılan hayatımızın ilk bölümünde, tatil köyleri bize göre değildi. Uzun tatillerde Artur'daki yazlığımızı, kısa tatil ve kaçamaklardaysa kültür turlarını ve bazen yurtdışını tercih ediyorduk. Bu yüzden uzun bir süredir sessiz kalan gezi notlarımı, bir dönem yaza yaza bitiremiyordum :)

Defne doğduktan sonraki ilk ve ikinci yaz tatilimizde de yazlığı tercih ettik. Kendi evimiz, kendi düzenimiz dedik. Bizim koşullarımızda iyi de bir karardı bu. Çünkü Defne'canım yemek seçiyor, öyle her yerde herşeyleri yemiyor, uyku konusunda da aynını izliyordu. Bizim de canımıza minnetti açıkçası. Ucuz, güvenilir, sağlıklı ve bildiğimiz düzen işte :)

Geçtiğimiz yaz eşimin aralıklarla toplam 1 ay aldığı yaz izinlerini Artur'da geçirdik. Özellikle ikinci gidişimizde Defne'nin rutinlerini de yakalayabildiğimiz için gayet mutlu ve huzurluyduk. Lakin tatilin son günleri arsız anneyi (yani beni) bir hüzün aldı. "Yaz burada bitmemeli", "bu son deniz olmamalı", "güneşe bu kadar erken veda etmemeliyiz" sözlerime eşlik eden içten (gerçekten içten) göz dolmalarım eşimi derinden etkilemiş olacak ki, "Kurban Bayramında bir tatil köyüne gidelim bari" diyiverdi.

Hahahaaay !! Tatil Köyü mü? Defne'den önce kapısından geçmediğimiz, ikimizin de çok uzun bir aradan sonra tekrar tanışacağı bu kavram acaba Defneyle nasıl olacaktı? Üstelik sıcak bir yerde tatil için en iyi ulaşım  uçak olacaktı ki, atom karıncam sahip olduğu on beygirlik azma kapasitesiyle uçağı zorunlu inişe mecbur bırakabilecek güçteydi. Eyvah ki ne eyvah.

Bir yandan, "tatilimiz burada bitmemeli", "bir de yemek, temizlik derdi olmadan ayaklarımızı uzatalım" düşünceleri, diğer yandan "tatil köyünde/ uçakta ne yaparız" endişesiyle iki hafta bu konuyu düşündük durduk. Birkaç arkadaşımdan ve bloglardan edindiğim genel kanaat de olumlu olunca, üstelik tam da bize göre bir tatil köyü bulunca bir cesaret rezervasyonumuzu yaptık ve büyük günün gelmesini beklemeye başladık.

Başladık ama ne başlayış. Bir yandan köpek dişleri tam gaz çıkmaya çalışıyor, bir yandan uyku ve yemek işleri yine sekteye uğramış, üzerine ilk kez antibiyotik kullandığı grip de eklenince elimizdeki biletleri püff diye uçurmak bile geçti içimizden.

Neyse, bir şekilde gribi atlattık, son güneşin dişlere yardımcı olacağını düşündük ve umutla bayramın birinci günü uçağa bindik. Defne'can uçakta neredeyse tüm numaralarını yaptı ve o bir saat onu koltuğunda zapt edebilmek için eminim her ikimiz 2'şer kilo vermişizdir. Aldığımız oyuncaklar, kitaplar, camdan dışarıyı göstermeler, birşeyler yedirmeye çalışmalar, resim yaptırmalar görülmeye değerdi. Ama Defne yine de "incin" "incin" (kucaktan inmek istiyorum) diye tutturmaya bir son vermedi.

Otele varmak için bindiğimiz shuttle'da, kucağımda uyuyakalınca derin bir soluk aldık ve öğle uykusunu bu şekilde atlattığımıza çok sevindik.

Otelimiz (Club Calimera Side), tahmin ettiğimiz gibiydi. Yani fiyat/kalite performansı gayet iyiydi. Hemen yanıbaşındaki Titreyen Göl'e yürüyüş yapmak ve ördekleri beslemek için bol bol gittik. Hava gayet iyiydi. Güneşin tepede olduğu zamanlarda deniz kenarında olmaya çalıştık. Biz her gün, Defneyi de son iki gün birer kez deniz soktuk.

Korktuğumuzun aksine uykuyla ilgili bir problem yaşamadık. Defne, otelin verdiği park yatak yerine bizim yatakta uyumayı tercih etti. Biz de üstelemedik. Defneyle uyumanın ne kadar güzel birşey olduğunu böylece babası da öğrenmiş oldu. Hele sabahları uyanınca önce babasın uzanıp "ciciii, ciciiii" diye başını okşaması babasını mest etti.

Gelgelelim yemek işinde ve Defneyi zapt etmekte çok zorlandık. Bizim için gayet harika olan yemekler küçük iştahsızım için tartışılırdı. Ağırlıklı olarak makarnaya talim etti. Hatta diyebilirim ki yemek demek makarna demek oldu onun için. Meyve ve yoğurdu da yanına katık etti. Üstüne varmadan başka şeyler de yedirmeye çalıştım, beslenemiyor diye düşünmeyi bir kenara bırakmaya çalıştım ama o dört gün ne yaşadım ben biliyorum. "Dişleri çıkıyor ondandır" dedim "Yemekleri yadırgadı" dedim, "Neticede eve döneceğiz" dedim ve bir şekilde tatil bitti. Ama ben de bittim.

Yemek kadar zorlandığımız diğer konu, atom karıncamın sonsuz merak, keşfetme isteği ve korkusuzluğu oldu. Yazlıkta yapmadığı bir şekilde bizi geride bırakıp pıtır pıtır kendi macerasına atılmaktan çekinmedi. Yemekte miyiz maksimum 10 dakika oturduktan sonra kalkıp dolaşmak istedi. Kumsalda mıyız, havuzun olduğu yere gidip havuzun etrafında yürümek istedi. Eline verdiğimiz oyuncaklar, resim çizdirmeler, kitap karıştırmalar işe yaramadı. Karıkoca şöyle oturup bir 10 dakika yemek yiyemedik ya da şezlonglara kıvrılamadık. Birimiz hep karıncanın peşindeydik. Acaba tüm çocuklar böyle mi diye düşünmekten kendimi alıkoyamayıp etrafa baktığımda, Defne'den 6 ay kadar büyük bir erkek çocuğun (sanırım 2,5 yaşındaydı), annesinin şezlongunun dibinde, dakikalarca, kalkmadan kum oynadığını üzülerek gördüm ve hemen başımı çevirdim. Hep dediğim ve inandığım gibi her çocuk, her aile, her düzen farklı.

Neticede, ev işlerini düşünmeden, birbirimize kanalize olarak geçirdiğimiz tatil köyü maceramız, kendi içinde yorucu da olsa bence olumlu puanlarla sonuçlandı ve eşimin tüm tereddütlerine rağmen, Defne'canımın biraz durulmasını umarak bu sene de Kurban bayramında bir yerlere gitme kararı aldım.

27 Kasım 2012 Salı

Diş çilesi:)

Diş de bebeğine göre değişiyor. Kalıtımsal özellik ağır basmakla birlikte, ne yaşanacağını kader belirliyor. Bizim diş maceramızı özetlemek gerekirse,

Defne'nin dişleri 11 aylık çıkmaya başladı. Bayağı geç başlayan bu süreç, kızımın beslenmesini de ekledi. Yaşıtları daha kıtır şeyler kemirirken Defne daha yumuşak, püre haline gelebilen gıdalarla devam etti. Örneğin ceviz, fındık gibi besinleri hep öğütmek zorunda kaldım. Bu durum da farklı lezzetlerle tanışmasını geciktirdi.

Diş çıkarma dönemi, azılar çıkmaya başlayana kadar çok sıkıntı yaratmamıştı. Birkaç gün ateşi çıktığı, daha sulu kaka yaptığı, keyifsiz olduğu durumları yaşamıştık ama bu yaz çıkan azılar zaten sallantıda olan uykusunu iyice alt üst etti. Ama yine de yazın açık havada, bol güneş altında olabilecek en sorunsuz şekilde azıları çıkardı.

Gelelim bize son noktayı koyan köpek dişlerine. Hep duyardım bunların methini ama yaşamayınca insan anlamıyormuş. Yazı sonunda çıkmaya başlamalarıyla ailecek resmen silkelendik diyebilirim. Yok olan iştah ve uyku, had safhadaki mızmızlık kızcağızımın tüm düzenini bitirdi, bağışıklık sistemini çökertti ve maalesef ilk antibiyotiğini kullanacak derecede grip oldu. (tabii yapışık ikizi ben de )

Rahatlatıcı jeller sürmek, tavsiye üzerine bol bol diş fırçalamak, eline kemirebileceği bir takım gıdalar vermek bir yere kadar çözüm oldu. Bence en iyisi, kurban bayramında ailecek gittiğimiz tatilde son güneşi yakalamasıydı. Çünkü güneşten alınan doğal d vitamini, diş çıkarma döneminde çocuğu çok rahatlatıyor.  

Neredeyse 2 aya yayılan "köpek dişi çıkarma operasyonu", Defne'ciğimin son köpek dişini de bu hafta, törenlerle ve yoğun bir nezle eşliğinde çıkarmasıyla sona ermiş oldu :) İkinci azılara kadar diş çıkarma işine veda ettiğimize o kadar seviniyorum ki, darısı bu süreci yaşayan herkese !

24 Kasım 2012 Cumartesi

Levent Çarşısı

Oldum olalı Levent Çarşı'ya bayılırım. Az katlı dükkanları, kontrol edilebilir ölçekte trafiği ve kolay erişilebilirliği ile sıcacıktır benim için. Güzel anılarım vardır o çarşıda.

Uzuuun bir aradan sonra bugün çarşıma tekrar kavuştum. Defne'ye hamileyken eşimin arabayla beni bıraktığı yerde indim otobüsten. Bu kez işe gitmek için değildi inişim, aheste beste gezmek, Kahve Dünyasında kahve içmek, Aslı Börekten sarma almak için, -aslında tüm bahaneler bir yana çarşımı görmek için- gittim Levent'e.

Otobüsten indiğim noktada içim burulmadı değil. Tam 2.5 senedir o noktaya bas(a)mamışım bir şekilde. Bu kez Defne yok karnımda, o sıralar evde mışıl mışıl uyumakla meşgul... Dediğim gibi işe yetişmek zorunda da değilim. Ağır ağır çıkıyorum merdivenleri, hemen yanıbaşındaki dükkanın kuaför olduğunu görüyorum. Postane aynen duruyor ve nihayet Kahve Dünyası... yandaki kafeyi alınca ne kadar büyümüş, iyi de olmuş, içeride oturulabilecek alan genişlemiş. Kahveden önce Aslı Börek'e uğramak ve çarşımda kısa bir tur atmak istiyorum. Kim bilir daha ne sürprizler bekliyor beni.. tıpkı halk otobüslerindeki biletçilerin "uzuuun bir zamandır" olmadığını öğrendiğim gibi !

Hastane isim değiştirmiş, bir iki dükkan da değişmiş. Şarküteriler aynı, önlerinden geçerken bir kedi gibi derinden nefes aldığımı fark ediyorum, gülümsüyorum :) Pastaneler yepyeni ürünler çıkarmışlar. Yaşlı amca, Komşu Fırının önünde şemsiye ve baharat satmaya devam ediyor.

Sarmayı aldıktan sonra Kahve dünyasında oturuyorum. En sevdiğim kahve eşliğinde, uzun zamandır konuşmadığım bir dostuma telefon ediyorum. Kimse eteğimi çekmeden, acele etmeme gerek olmadan dakikalarca konuşuyoruz, özlem gideriyoruz.

Kahvem bitince kalkıyorum, hava da soğuk zaten, yine otobüse binip eve dönüyorum. Tatilden dönmüşcesine rahatlamış bir şekilde varıyorum eve. Hatta Defne uyuduğundan, patates nişastası bulmak için 4 farklı market dolaşıyorum. Bir bebek, bir puset ve soğuk bir havada asla yapamayacağım bir şekilde ve hızda. Kışın, tüy kadar hafif hissediyorum bu yüzden.

Ve nihayet baba, küçük prensesin uyandığını haber verince eve dönüyorum. Henüz uyku kokan pembe yanacıklarından öpüyorum. :)

22 Kasım 2012 Perşembe

Zamanı Var

Daha küçükken duymaya başladım bu sözü. Evet, zamanı varmış... Bu yaşımda daha iyi anlıyorum ki, herşey zamanında güzelmiş, zamanında yaşanmalıymış. Öbür türlüsü, "olması gerektiği gibi" olmuyormuş.

Hayat, hep bir plan/program dahilindeymiş aslında. Okula belli yaşta başlanır, sene kaybetmeden bitirilir, yükümlüysen askerlik yapılır, iş bulunur ve çalışılır, evlenilir, çocuk sahibi olunur, yaşlanıp emekli olunur, torun sahibi olunur ve nihayetinde "game over" !

Bu taşlardan biri sektiğinde/geciktiğinde ya da olmadığında işte bence o noktada sıkıntı yaşanıyor. İstisnalar yok mu? Var tabii, ama kaideyi ne kadar bozdukları tartışmaya açık :)

Mezun olduğumdaki çalışma enerjim, sabrım ve azmimle, aradan geçen 12 sene sonrakinin aynı olmasını kendimden beklemem haksızlık olmaz mı? 
Ya da geç yaşta evlenip çocuk sahibi olmakta zorlanmak, biyolojik saati gerektiğinden fazla zorlamak olmuyor mu?
Çalışmak gereken yaşta bir şekilde çalışmayıp evde kalmak, körelmek olmuyor mu?
Emekli olunacak yaşta son hırs çalışmaya devam etmek, gençlere açılacak yeri tıkamıyor mu?

Elbet herkesin koşulları,tercihleri, hayatın sundukları farklı ama işte bu fark, yani ufacık kar tanesi, büyüyüp bir çığ oluyor ve hayatlarımızı etkiliyor.

Keşke, zamanında yaşayabilsek hayatlarımızı. Birşeyleri ötelemesek, nerede başlayıp nerede duracağımızı bilebilsek. Bence işte o zaman dengeyi ve ahengi yakalayıp, önce mutlu bireyler ve ardından mutlu toplum olabiliriz.

20 Kasım 2012 Salı

Yine yeniden merhaba hayat !

Ne zamandır hayatımı gözden geçirip duruyordum. Sonunda geçen haftasonu, buna bir nokta koymayı başarabildim.

Önce cuma gecesi beni derinden sarsan bir rüya gördüm. Kendi kendime bile itiraf edemediğim "gerçek"lerimle yüzleştim ve onları kabul etmem gerektiğini sakince yineledim kendime.

Ardından tam da o rüyanın ertesi günü, uzuuuuun bir aradan sonra kendime çay ısmarladığım Mado'da yeniden buldum "ben"i.

Ve nihayetinde, pazar sabahı otobüs durağında konuştuğum komşu teyze, bana "kendi"ni anlattı. Konuştuğumuz o 5 dakika, haftasonuma daha doğrusu "hayat muhasebeme" son noktayı koydu.

Kısacası, şimdi kaldığım yerden devam etme zamanı.... Hoş bulduk blogum :)
 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac