Üniversitenin ilk yılı bitmişti, tutturdum "staj yapmalıyım, işin teorik kısmı bir yana pratiği de önemli, biryerlerde çalışmalıyım" diye. Aslında hukuk fakültesi bittikten sonradır resmi staj, arada yaptığınız çalışmalar tamamen sizin insiyatifinizedir. Ve o yaz büyükbabamın desteğiyle (o zamanlar) Çemberlitaş'taki Yapı Kredi'nin icra takibi kısmına, "misafir" kadrosunda aldılar beni. (sonrasında bu çalışmayı bir yaz daha yapacaktım)
Yaz döneminde Rumeli Kavağı'nda kampta kalıyorduk ve her sabah Boğaz'ın bir ucundan diğer ucuna gitmem gerekiyordu. "Çingene Vapuru" ya da "İşçi Vapuru" da denen, Boğaz hattı tam bana göreydi, lakin demir alma zamanı sabahın 7'siydi. Bu vapur, her akşam son durağı Anadolu Kavağı'na demirler, sabah 7'ye 10 kala oradan hareketle kıyıyı dolaşa dolaşa Eminönü iskelesine saat 8,5 gibi varırdı. Akşamsa sanırım 18 civarıydı kalkış saati. "İş"imi o kadar ciddiye alıyordum ki, daha ilk gün müdüre durumu anlattım ve erken çıkıp vapurumu yakalamak için izin istedim.
Bana verilen görev, takip memurlarıyla birlikte adliyedeki işleri kovalamaktı. Hatta yaz dönemi olduğundan izindekilerin masalarını geçici olarak da kullanabiliyordum. Yani masam bile vardı. Her sabah memurlar ellerine koca evrak çantalarını alır, beni de peşlerine takarak Sultanahmet Adliyesi'ne yola çıkardık. Hava yaz sabahı serinliğinde, kuşlar cıvıldar, esnaf yeni yeni kepenklerini kaldırır, sağlı sollu pastanelerden fırından yeni çıkmış mamullerin kokusu sokağı kaplardı. Arzuhalciler daktilolarını önlerine koymuş, dilekçe yazdıracakları beklerdi.
O ilk saatler adliye nispeten tenha olurdu. Memurlardan öğrendim nasıl dosya istenir, dosya nasıl incelenir, adliye çalışanlarıyla tanıştım sonra, neredeyse hepsini tanırdım, aralarında "lanet tipler" çok azdı, genelde karşılıklı severdik birbirimizi. Hele arşiv bölümü, 6. İcra'daki İsmail Abi samimiyetleriyle bende ayrı bir yer bırakmışlardı.
Hiç unutmam, bir gün icraya çok yüklü nakit para götürülmesi gerekiyordu. Memurların hepsi birleşti, beni de aldılar aralarına, parayı beraber taşıdık adliyeye ve görevli gelip sayana kadar, para dolu çantanın üzerine beni oturtttular :) Aralarında da gülüşüp durdular halime.
Hem tesadüf hem de beklenen şekilde ilk ve son işyerim de Yapı Kredi oldu. Avukat olarak çalıştığım ilk sene yine Çemberlitaş'taydım. Tüm çalışma arkadaşlarımı zaten evvelden tanıyordum. O tecrübesiz halimle sorduğum tüm soruları üşenmeden, gocunmadan, beni utandırmadan yanıtlamaları, işlerde bana yardımcı olmaları, bir abi ya da abla gibi destek olmaları bana o keyifsiz icra işini sevdirmişti. Koşarak, uçarak giderdim her sabah işyerime. İstanbul ve yakın ilçelerdeki tüm adliyelere gittim. Akşamları yapılan ertesi günkü iş tevzisinden sonra yolu bilemediğim zaman yine arkadaşlar üşenmeden tarif ettiler nasıl gideceğimi, hangi vasıtalara bineceğimi. Hiçbirinin hakkını ödeyemem.
Çemberlitaş, sadece arkadaşlık ortamı anlamında değil, mekan olarak da harika bir yerdi çalışmak için. Bir kere tarihi yarımada'daydım işte. İlkbahar, yaz aylarında turist gibi hissederdim kendimi. Ayasofya'nın ya da Sultanahmet Camii'nin önünde bekleşen turist kafilelerine imrenerek, mutlulukla bakardım. O kış çok kar yağmıştı, o kadar ki akşam çıkış saatini erkene çekmişti çalıştığım kurum. İşte o yoğun karın altında Sultanahmet meydanı, adliyeye giden o patika, tramvay rayları o kadar güzeldi ki hala gözlerimin önüne gelir, rüya gibi bembeyaz bir kare. Lapa lapa yağan pamuk gibi karın altında yavaşça yürümüştüm adliyeye doğru....
Öğlen yemeklerinden sonra çay içme alışkanlığını, sohbeti, dayanışmayı Çemberlitaş'taki 7'den 70'e, her konumdaki mesai arkadaşım öğretti bana. Yemek için "Aslan" dediğimiz, Kapalıçarşı'ya yakın apartmanlardan birinin üst katındaki bir esnaf lokantasına giderdik bazen. Nispeten pahalıydı orası, yani ticket'la ay sonunu getiremeyeceğiniz türden. Gerçi kimi gün hacizde olur, yemek şansımız olmazdı ama.....
Daha çok merdivenaltı kebapçılara, muhallebicilere, sokak aralarında ev yemekleri yapan yerlere (sonradan kapandığını duyduğum Hanımeli mesela), çok nadir de tarihi köfteciye giderdik. İnanılmaz lezzetli güveçler yedim o girmeye çekindiğim yerlerde ya da tam kıvamında pişmiş bamya, kuru fasulye gibi tencere yemekleri.... Ana sokaktaki yerler daha çok turistik ve pahalı kaçıyordu ama cesaret edip ara sokaklara daldığınızda hiç umulmadık yerlerde umulmadık lezzetlere rastgelebiliyordunuz.
Bazen öğle yemeğinden feragat edip Kapalıçarşıya ya da Tahtakale'ye atardım kendimi, oralarda kaybolmak her daim çok hoşuma gitmiştir.
Bir de çaycımız vardı, Engin. Eski usul markayla çalışırdı. Kışın kendi karışımı elmalı, ıhlamurlu bir çay hazırlardı ki, içip de ayılmayan, nezlesinden kurtulmayan olmazdı. Engin, sadece nefis çayıyla değil, esprileriyle de gülmekten kırardı bizi. Bir de işi gereği her yere rahatça girip çıkabildiğinden, işyeriyle ilgili tüm dedikoduları, kimin terfi edeceğini, kimin nereye atandığını, ne kadar zam alacağımızı hep ondan duyardık, ayaklı gazeteydi kendisi. Ne tesadüf ve hoş bir olaydır ki, Engin'in babası da aynı yerde çaycıymış. Eski çalışanlarımız onu da tanırlardı.
Akşam iş çıkışı, servis olmadığından Eminönü'ne kadar yürüyüp oradan otobüse binerdim. Cağaloğlu'nun ara sokaklarındaki seyyar satıcılardan meyve alırdım, ciddi indirim dönemlerinde kitap alırdım.
Sadece meslek hayatımın değil, genel anlamda hayatımın en güzel yıllarından biriydi Çemberlitaş'ta geçen zaman. Sonra ne mi oldu? Yapı Kredi önce fona devredildi, ardından ben Genel Müdürlük plazaya gönderildim, ardından Yapı Kredi satıldı ve Koçbank'la birleşti. Kurdeşen döktüğüm o dönemde, tüm o güzel insanlar, güzel anılar dağı(tı)ldı gitti.
Geriye, aklımdaki, gönlümdeki Çemberlitaş'lı yıllar kaldı. Kimi arkadaşla hala görüşürüz, kimiyle görüşmesek bile her karşılaştığımızda kaldığımız yerden aynı samimiyetle devam edebiliriz. Selam olsun hepsine, hayatıma değmiş, unutulmaz anılar bırakmış herkese, vefaya, gerçek sevgiye ve dayanışmaya.......
Neden Ambalajlı Süt?
4 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder