Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



11 Temmuz 2013 Perşembe

Bir Varmış Bir Yokmuş

Dün öğleden sonra babamla birlikte, Defne'yi de alarak babaanneme gittim. Uzunca bir zamanın ardından eski mahallem, büyükbabamın hemen bitişikteki, şimdilerde başkalarına yuvalık eden evi, küçüklüğüm vs vs. "Bir varmış bir yokmuş" dedirtti bana gördüğüm tüm sahneler. Sanki yanıbaşımda birden annem belirecek, birlikte manavımıza gireceğiz, ardından klasik büyükbabamın evine çıkacağız, ben oradan babamın evine geçeceğim, derken babaannemlerde kuzenimle buluşup deterjan karışımından iksirler hazırlacağız... Ama bir de bakıyorum ki kucağımda Defne, yanımda merdivenleri çıkmaktan harap vaziyette artık saçları kırlaşmış babam ve az sonra çok dinç gözükse de Alzeimer'ın pençesindeki babaannem, ona bakan yardımcı teyze.....

İçeri giriyoruz, ayakkabı çıkarma, salona yerleşme, hoşbeş sırasında Defne sımsıkı kucağımda. Hep böyledir kendisi, önce yadırgar sonra alışır ve keşfetmeye başlar. Babaannemi "iyi" görüyorum, hatta bir önceki gelişimden daha iyi sanki. Ama maalesef hastalığının acı yüzü, 5 dakika evvel konuşulanı unutuyor. Oysa seneler evvelinin tüm olaylarını gayet detaylı anlatıyor. Babamın tembihiyle Ramazan'dan bahsetmiyorum, çünkü bir bilse Ramazan olduğunu, oruç tutmak için elinden geleni yapacak. Geçen sene kriz yaşanmıştı bu yüzden, kendi kendine sahura kalkmış, tost makinesinde ekmek ısıtmaya çalışırken ekmeği yakmış, makineyi de fişte unutup yatmış, Allah'tan yardımcı teyze evdeymiş de...

Nereden nereye...Biraz oturduktan sonra Defne'yi bahane ederek, gerçi orası benim de evim bahane dememek lazım, evi turluyorum. Önce mutfak... Babaannemin rahmetli dedemle bir olup mutfakta yemek yapışlarını, hiç kavga etmeksizin uyumla çalışıp ortaya lezzetli yemekler çıkardıklarını hatırlıyorum. Pişirdikleri içli köftenin tadı hala damaklarımda. Sonrasında eskinin "mavi" odasına gözucuyla bakıyorum. Yardımcı teyzenin odası ne de olsa, ayıp içeri girmek. Küçüklüğümde o odanın duvarları maviye boyalıydı, o yüzden biz kuzenler oraya "mavi oda" ismini takmıştık. Babaanneme bırakılan küçükler, uyku zamanı geldiğinde "mavi odada"ki yatağa yerleştirilir, babaanne yanlarına kıvrılır ve küçüğün dilediği masallar eşliğinde uykuya geçmesi sağlanırdı. Hepimizin favori masalı "mittik"ti. Mittik, küçük bir adam, parmak adam yani. Maceraları, masalı anlatan büyüğün hayal gücüne bağlı olarak sonsuza uzanan bir masal "devi" aslında. Babamın deyimiyle batının "parmak çocuğu", doğunun "Mittik"i. Oda artık mavi değil, evin diğer renkleriyle uyumlu, o odada tatlı uykulara yatmış kuzenlerse dünyanın dörtbir yanına dağılmış vaziyette kendi "masal"larını yaşıyor.

Ardından babaannemle dedemin yatak odaları, dedemin yatağı bomboş, örtü de yastık da yok. Boğazımın düğümlendiği an. Oysa onlara her gidişimde şefkatle başımı okşardı, alçak sesle şarkılar mırıldanırdı, özellikle de annemin ölümünden sonraki her gidişimizde sanki daha bir içten sarılırdı bize, kendisi de küçük yaşta kaybetmiş annesini. Belki o yüzden....

Defne'nin "anneeee benim çişim var" demesiyle kendime gelip apartopar tuvalete girince, gözümün önüne kuzenimle yaptığımız iksirler geldi. Büyükler içeride yemek yerken ya da laflarken kuzenimle ben çaktırmadan tuvalete girer, bulduğumuz küçük bir kabın içine, dolaptaki tüm deterjanlardan azar azar koyup karıştırırdık. Karışımın kıvamına, kokusuna göre ilave ettikçe eder, yokluğumuzu  fark edip peşimize büyüklerin düşmesini engellemek için de en küçüğümüz kardeşimi tuvaletin kapısına nöbetçi dikerdik. Zavallıcık hem içeride olan biteni sonsuz merak eder, kendi de karıştırmak ister hem de ona verdiğimiz gazla "nöbetçi asker" rolünü harikulade oynardı.

Aslında yakın geçmiş olmasa babaannem gayet net herşeyi biliyor, hatırlıyor, sohbeti keyifli, hatta dokunaklı ama varsa yoksa yakın geçmiş. Defne'nin yaşını, benim çalışıp çalışmadığımı, kardeşimin evliliğini belki 5 kez soruyor 2 saatlik oturmamız boyunca. "Ah be babaanne, neden" diyesim geliyor, diyemiyorum. Bana en çok dokunan, ona çalışmadığımı söylediğimde bir an için susup ardından "canın sağolsun kızım, boşver" demesi oluyor. Bir de büyüttüğü 4 çocuk ardından söylediği "bir çocuk 2,5 yaşına geldiğinde iş bitmiştir. Artık uykusunu da bilir, acıktığını da, konuşur da, tuvalete de gider" lafı. Hakikaten de öyle. Demek aradan 50 sene geçmiş de olsa, jenerasyonlar değişmiş de olsa "çocuk", aynı "çocuk".

Eve dönmek üzere apartmandan çıktığımızda "markete" dönüşmüş olan eski bakkalımızın önünden geçiyorum. El sallaşıyoruz. Manav, artık çok yaşlandığından işi bırakmış. Ama market sahibi, bakkalımızın çocuk ve torunları. Minicik boyumla tahtadan yapılmış iskeleye çıkıp kendime, beyaz spatüllü Sarelle ya da üzeri değişik jelatinlerle kaplı Eti Puf istediğim günler dün gibi aklımda. O, üç kişinin zor sığıştığı daracık, hafif loş bakkalın bir gün markete dönüşeceği kimin aklına gelirdi ki? Ve benim herşeye rağmen, doğup büyüdüğüm mahalleden uzaklaş(a)mayacağım...

Flash back'lerle dolu bir öğleden sonranın ardından evimize geliyoruz, "gerçek hayat" devam ediyor.....

4 yorum:

  1. Postunu okuyamadım çıkmam gerek. Bir önce yaptığın yorum yayınla dedikten sonra yok oldu diğer 5 yorumla birlikte çok özür diliyorum ben de bir sorun var sanırsam.

    YanıtlaSil
  2. Rica ederim ilhan beyben yazarım yine :)

    YanıtlaSil
  3. kitap yazmayı hiç düşündün mü? Dilin çok akıcı ve yazılarının kurgusu çok iyi... söylemeden geçemedim..
    yalnız bir gün cidden kitap yazarsan imzalı bir tane isterim şimdiden söyleyeyim :)

    YanıtlaSil
  4. beni şımartıyorsun Sütlü Kahve.. ben de senin yazılarını çok beğeniyorum inan :)

    YanıtlaSil

 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac