Pek çok kadın gibi benim için de hayat, anne olmadan önce ve sonra olarak ikiye ayrılıyor. Anne olduktan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Ne kariyerim ne mesleğim ne sosyal ilişkilerim ne aile bağlarım ne ben. Doğumdan sonra, kitabımın baştan yazıldığını ve bu sefer, önceye nazaran müdahale imkanımın pek olmadığını gördüm. Yön vermek istesem de veremiyordum ya da bazen olduğu gibi kabul etmek daha kolayıma gidiyordu velhasıl günler, aylar, yıllar birbirini kovaladı. Defne 4 yaşını tamamladı bile.
Defne büyürken, yani hayat hızla akıp giderken çevremdeki kimsenin hayatı benim kadar değişmedi. Ben, anne olduktan sonra işten ayrıldım, arkadaşlarımla neredeyse hiç görüş(e)memeye başladım, sosyal hayattan elimi ayağımı çektim, haberleri en sevdiğim köşe yazarlarını bile takip edememeye/etmemeye başladım, bırak dünyayı ülkemde olup bitenlerden aylarca haberim olmadı. Tek derdim, uyuyup ruhumu yatıştırmaktı ama o bile, yani en insani doğal ihtiyaç bile aile ilişkilerimi temelinden zedeledi, neredeyse hiç kimse benim uyumak istememe anlam ver(e)medi. Böyle mi olmalıydı bilemiyorum, belki evet belki hayır ama olan buydu işte. Artık geri dönüp birşeylere farklı yön veremem. Hepsi benim kararım ve kaderimdi, yaşandı ve bitti.
Geldiğim bu son noktada, tam da "hiçbiri" olmayı kabul etmiş ve kendim için bir şekilde çıkış noktaları bulmaya çalışırken, yeni kabullenişlerle birlikte bu yazıya rastladım. Paylaşan arkadaşımın elleri dert görmesin, bu yazı bana bir iyi geldi bir iyi geldi. En azından anladım ki önce durum kabul edilecek, sonra aheste beste ama kararlı bir şekilde hayata yeniden yön verilecek.
"Bayan Hiçbiri" kitabının yazarı Aybike Ertürk'ün ropörtajında ve kitabında değindiği gibi, "hepsini aynı anda yapınca kimse madalya takmıyor". Hakikaten de takmıyor. Üstelik takmadığı gibi bir de yetinmeyip fazlasını, üstelik karşılığını vermeyecek kadar fazlasını istiyor, kendinde hak görüyor. Yani didindikçe, uğraştıkça, çabaladıkça bu "vazifen" oluyor da ektiğini biçmeye ya da aynını görmeye gelince, çoğunlukla havanı alıyorsun.
Geçen dört sene zarfında peyder pey, kendi adıma,
- önce avukat olmadığımı kabul ettim. İşten ayrıldıktan sonra neredeyse tüm mevzuat değişti, bildiğim herşey bilmediklerime, öğrenmem gerekenlere dönüştü. Azimli ve özverili hukuk öğrencisi ve ardından genç avukat simam, sisler arasında kayboldu. Avukatlık ruhsatım ve diplomam da yatağın altındaki bazada, pamuk prenses uykusuna daldı.
- sonra yeterince iyi, istediğim gibi bir anne/eş/aile ferdi olmadığımı kabul ettim. Annelik/evlilik/aile bireyliği serüvenimde defalarca hata yaptım, yapıyorum ve bundan sonra da yapacağıma eminim.
- sonra insan olmadığımı kabul ettim. Bir nokta geldi ki, kızımın uydusu haline geldim. Birlikte yiyor, uyuyor, oynuyor ve okuyorduk. Nerede kalmıştı İş Kulelerindeki konserlerim, arkadaş buluşmalarım, az da olsa kuaför ziyaretlerim, okuduğum kitaplar, yani bağımsız bir canlı olarak ben?
Önemli olan nokta şu ki, yukarıda saydıklarımın hepsini hiç bir zaman aynı anda yapmaya çalışmadım. Sanki yapamayacağımı biliyordum, peşinen pes etmiştim. Bu yüzden tükenmişlik sendromu değil de kaybediş acısı yaşadım. Kendimle ilgili var olan herşeyi birer birer kaybederken, bunu kabul etmek zor oldu, ama oldu, öldürmedi, güçlendirdi.
Bugün biliyorum ki, hiçbirşey bana gümüş tepside sunulmayacak, ben de eskisi kadar genç, azimli ve itaatkar değilim. Dolayısıyla artık ayağa kalkma, istediklerimi, istediğim kadar almaya çalışma, didinme ve uğraşma zamanı.
Ya hepsi ya hiçbiri değil de, hepsinden azar azar. Anladın sen onu sevgili okuyucu :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder