Evvelki sene Eylül, Defne'nin yuvadaki ilk günü, alışma günü. Ben içerdeyim, onun beni göremeyeceği bir yerde. Çocuklar bahçede oynuyorlar, Defne de onlarla beraber, birden bir ağlama sesi geliyor. Tanıyorum, Defne'nin sesi bu. Yanına gitmemem gerektiğini bilsem de zor tutuyorum kendimi ve perdeyi usulca aralayarak bakıyorum. Öğretmeni kucağına almış bizimkini, hemen yanlarındaki bir başka çocuğa "Arkadaşlarımızı itmiyoruz Levent" diyor. Demek Levent, Defne'yi itmiş, ağlamanın nedeni buymuş. Defne, öğretmeninin şefkatli kollarında hemen sakinleşiyor. Bense Levent'in yanına gidip ona iki çift laf etmemek için "aklı selim, sakin, olgun anne" rolüme soyunuyorum.
Gel zaman git zaman Levent'in haşinliği devam ediyor. Defne eve geldiğinde Levent'in onu ittiğini söylüyor. Ben de kendimce akıl veriyorum ona. "Arkadaşım yapma" demesini istiyorum, öğretmenine söylemesini istiyorum, Levent'ten uzak başka çocuklarla oynamasını söylüyorum. Günler birbirini kovalarken, nasıl oluyor bilemiyorum ama Levent'le bizim kız çok iyi anlaşmaya başlıyorlar. Defne'nin bana anlattığına göre birlikte domates eve girip evcilik oynuyorlar. Defne kahvaltı hazırlayan, Levent de yiyen oluyor. Yine Defne'nin anlatımlarından anlıyorum ki Levent, iştahlı bir çocuk, rol dağılımı işte bu yüzden böyle. Sonraları, yuvadan gelen fotoğraflarda bu iki bıdığı yanyana görüyorum. Ve bir sabah Defne'yi yuvaya bırakırken, Levent de babasıyla yuvaya geliyor, bakıyorum babası deniz subayı kıyafetleri giymiş, herhalde Akademilerde olmalı diyorum, malum yuvaya yakın.
Araya yaz tatilinin girmesiyle Defne yuvaya ara veriyor. Bir sonraki sonbahar yuvaya döndüğünde Levent artık yok. Yuvadan gelince bana anlatıyor durumu. Günlerce üstüste "Levent bugün gelmedi" diyor "Levent'le oynamayı özledim, arkadaşım ne zaman yuvaya gelecek" diyor , ben de merak ediyorum neden gelmediğini. "En iyisi öğretmenine sor bakalım" diyorum ki net bir cevap alalım. Ve beklenen cevap geliyor, Levent'in babasının tayini çıkmış, dolayısıyla minik göçmen kuş Levent de yeni ildeki bir yuvaya kaydolmuş. Defne'nin bunu kabul etmesi ve Levent yerine başka bir arkadaşını koyması uzunca bir zaman alıyor. Bazen üsteleyerek bana soruyor Levent'i, "ben de onun yuvasına gitmek istiyorum" diyor. Tabii zamanla bu duygusu hafifliyor ve anca yuva fotoğraflarını açıp baktığımızda ya da Levent'ten bahsedildiğinde hüzünleniyor. Sanki büyük biriymişcesine "ne güzel oynardım seninle arkadaşım nerdesin" diye söyleniyor. Gözleri dalıyor.
Gerçek sevgi üzerine çok düşündüm, çeşitli zamanlarda bloga da yazdım ama bunun ne demek olduğunu Defne'yle öğrendim sanırım. Defne'nin arkadaşlarına, bize, bazı oyuncaklarına ve hayata duyduğu sevgi, bağlılık ve şefkat, birçok şeyin göstergesiydi. Öncelikle kendisinin gerçekten sevilen bir çocuk olduğunun farkında olması ve daha da önemlisi en azından bu yaş itibariyle, içinde bulunduğu sevgi çemberine, değer verdiklerini katabilme yetkisine sahip olmasıydı. Bunlar benim için çok büyük nimetler. Dilerim hayatı boyunca gerçek sevginin kıymetini bilsin, kendisine duyulan sevgiyi bozuk para gibi harcamasın, nankörlük etmesin.
Hakikaten sevgi dediğimiz şey, gayet saf, bir çok başka duygudan ya da istekten ari hislerimiz değil mi? Birbirimizi olduğu gibi kabul etme, iyi niyet ve hoşgörü bekleme, hakkında kötü düşünmeme, sadece yardım istendiğinde değil her daim yanında olma, rahatça sırtını dayama ve hoşça vakit geçirme.
Yarına "sevgililer günü" diyorlar. Oysa ben, yarına Defne'nin yuvasından fikir (ç)alarak, sevgi günü demek istiyorum. Elde kim varsa, kim tüm art niyetlerden ve fesatlıktan uzak olarak sevgi doluysa onu sevmek ve bunu kutlamak. Sevdiklerini unutmamak, onları yok saymamak, her daim yanlarında olmak. İşte yarın, özellikle bunun günü.
Gerçek sevgiyle seven/sevebilen ve sevilen herkesin Sevgi Günü kutlu olsun efendim.....
Neden Ambalajlı Süt?
4 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder