En başta kendimden ve eşimden, sonrasında da hayatımdaki gerçek anlamda tanıdığım ve iyi bildiğim erkeklerden ve kullanacağım üslup yüzünden okuyacak herkesten özür dileyerek yazıyorum.
Çok çok uzun yıllar sonra, ilk defa dün gece, kendi evimde, kocam yanımda, kızım kendi odasındayken, kendimi son derece savunmasız, sanki açık kapılar/pencereler ardında, her an birisi başucumda beliriverecekmişcesine hissederek yattım. Baktım olmayacak, bu adamları nasıl öldürebilirim diye düşündüm durdum. Bir tabanca bulup ilk otobüsle gitsem? "Avukatım savunma yapacağım" diye kandırıp içeri girdikten sonra, zehirli ev yapımı poğaçaları yedirsem, malum tabanca filan kullanamam ki? Onların alacağı cezadan çok daha azını alırım ya da belki hiç ceza almam öyle değil mi? Derken uyumuşum.... uyumasaydım çıldıracaktım ya da karakolluk olacaktım....
"Müslüman adam sevgililer günü mü kutlar?" geyiğini arka plana itecek bir gündem vardı dün, keşke olmasaydı da, yılbaşı kutlamaları eleştirilerinden sonra bunu dinleseydim. Evet Özgecan vardı. Hatta bir önceki gün
minik Gizem vardı, katili için verilen ceza belli oldu. Yoksa unuttunuz mu Gizem'i? Aaaaa ne çabuk, oysa onun tecavüz edilerek katledilişi de hayli yankı uyandırmıştı, yoksa hergün bir kadın cinayeti artık aklımızda tutamıyoruz mu diyorsunuz? Ayyy hiç önemli değil, Avrupa'da, Amerika'da da oluyor bunlar, merak buyurmayın, Gizem'den Özgecan'a yarın falancaya unutuuuur gidersiniz. Öyle mi?
Bak şimdi sevgili okur, bu canım, "% 99'u Müslüman" ülkede olaylar şöyle gelişiyor:
Bir kız dünyaya gelir, doğumu şanssızlık olarak görülür, çocuk hesabına dahil edilmez, hakkında "kölen olur" denir. Daha küçücük yaşında "farklı" olduğu bilinç altına işlettirilir. Etek boyu, oturup kalkması, sokaklarda "erkek çocuklar gibi coşarak geç saatlere kadar" oynayamayacağı bellidir. Kimi evlerde annesi, babasına bile değiştirtmez kızın bezini. Babanın "beceriksizliği" değildir neden, "kız alışmasın" diyedir. Genç kızlığa adım atış, kızın iyice eve kapatılmasıyla sonuçlanır, hatta bazen zorla örtülür de genç kız. Malum artık adet görmüştür, bir an önce de evlendirilmeli, evini kocasını bilmelidir. Evlenir, dayak yer, şiddet görür "kocan o, döver de sever de" denilir. Öz ana babası dahil,kimse arkasında durmaz. Tecavüze uğrarsa bu onun suçudur, tez elden hükmü verilmeli, namusu temizlenmelidir, asla ve asla "pipi"nin suçu değildir tecavüz, "pipi" masumdur, yücedir.
Ya da daha "modern" evlerde kız okutulur ama hep "belli bir saatten önce eve dönmesi, onunla bununla vakit geçirmemesi, hatta kimi ultra "modern" ailelerde "elletmesi ama vermemesi" öğretilir. İffet, sadece kadın içindir bu ülkede. Oysa yaşıtı erkekler, çocukluklarını doya doya, kuralsızca yaşamış oldukları gibi cinsel yönden hiçbir sınırlama ve terbiyeye de tabi tutulmamışlardır. O muhteşem "pipi" mutlaka gösterilir falanca amcayla teyzeye. Erkek çocuklar deniz kenarlarında mayosuz, "pipi"lerini sallaya sallaya dolaştıklarında kimse yadırgamaz da kız çocuk bırak anadan üryan gezmek, ıslak mayosu değiştirilecek olsa kırk kat havluya sarılır. Sünnet edilen erkek çocuk için düğünler, merasimler yapılması adetten olmakla beraber, kız çocuğun regl olması saklanacak, korkulacak, kızın aklının başına devşirtilmesini gerektirecek, tokatlanacak bir olaydır. Kimse kızının ilk pedini sallaya sallaya ortalıkta dolaşmaz da sünnet derisi pilava mı atılırdı ne, yoksa bu şakacıktan mıydı? Erkek adam "bekarlığın tadını" "elinin kiri" adı altında çıkarırken, hanım kızımız "namusuyla oturur", "adamı çıldırtmaz". Erkek adam, başörtülü karısının yanında şort mayosuyla denize girerken, karısı ya ona havlu tutar ya da "şans"lıysa haşemasıyla eşlik eder. Adam, denizden çıkınca kıllı göbeğini gözümün içine baka baka kaşır, kadının gözleriyse yerdedir, belki de o sıcakta o pardesünün içinde erimiş gitmiştir de siluet kalmıştır geriye. Erkek adam, gezer tozar gününü gün eder, iş evlenmeye gelince, bir kalemde geçmişini silerek, "tertemiz" bir kızla evlenmek ister. Ve düğün günü erkek adam, geçmişini sembolize eden kapkara bir damatlık içindeyken, hanım kız bembeyaz gelinlikledir, hatta yetmez bir de kan kırmızısı kuşak bağlar beline. Bazı bazı, sabahına kanlı çarşaf da gösterilir iç ferahlatıcı olarak. Kadın, dayak yer susar, çalışıp kazandığı parasını esrarkeş-içkici- kumarcı ya da her işi batıran kocasının eline sayar yine susar, üzerine kuma getirilir yine susar, elinin hamuruyla eteğinin eksiğiyle er kişinin işine karışmaz. Çünkü canına tak edip boşanmak istese, ne olacağını gayet iyi bilir........ tıpkı her gün üçüncü sayfa haberlerinde gördüğünüz gibi, evet her güne düştü, yarın güneş doğacak ve bir sapık, bir kadını öldürecek.
Kadın ve erkek için farklı ahlak, örf ve adet kurallarının işletildiği, ikiyüzlü, ikircikli, çağ dışı toplumlar asla gerçek adalete, refaha, insan hakları seviyesine ulaşamazlar. Ülkemizin de durumu budur. Yukarıdaki paragraf çok kısa ve yetersiz bir özettir.
Özgecan'ın hunharca katledilmesi, olayın ayrıntıları arasında, beni en çok düşündüren şey, babasının lazım olur düşüncesiyle bu kızcağıza biber gazı vermiş olması. Ben 20 yaşında üniversiteye giderken, kimse bana biber gazı vermedi, oysa ben terör mağduru bir aileden geliyordum. Bu da son 17 yılda, kadının durumu anlamında ülkemin geldiği acı tabloyu gösterir. Peki ya 17 yıl sonra Defne üniversiteye giderken ne olacak? Düşünmek bile istemiyorum. Gerçi belki gidemeyecek, malum Yeni Türkiye hedefinin mihenk taşlarından geçiyorsak çok da "hoş" bir noktaya ilerlediğimizi sanmıyorum.
Bu katliamın ardından işlenen başka suçlar da oldu tabii. Sosyal medyada yağdırılan küfürlerden ziyade bolca
"suçu övme suçu" işlendi. Övmek, "aslansın, kaplansın, iyi ki yaptın" tezahüratları olarak değil, "suçluyu mazur, olayı makul, maktülü hatalı" görmek/görebilmekti bence.
"Neden o saatte dışardaydı? Neden minibüste son kadın kişi kalmıştı? Neden ailesinden bir erkek olmadan tek başınaydı? Neden öyle giyinmişti? Herşeyin sorumlusu laik sistem ve bu sistemin dizileridir (bunu söyleyen, eğer silmediyse instagram hesabında Nihat Doğan'dır, herhalde kendisi ve onu şakşaklayan takipçileri İran, Suudi Arabistan gibi şeriatla yönetilen ülkelerin suçlardan ari, cennet olduklarını düşünüyorlar. Aşkı Memnu'nun da 1900 yılında büyük ecdadımız Osmanlı döneminde yani şeri hükümler geçerliyken yazılıp basıldığından bihaberler ya da o kadar cahiller ya da bunları yorum olarak kibar bir dille yazdığımda bu yorumu silecek kadar kolaycılar) Bu olay münferittir, her ülkede olur (hatta bakınız yarın da bir tecavüz yaşanacak, tıpkı güneşin her gün doğduğu gibi) ...... şeklinde yaklaşımlar ve daha da acısı, bu olay özelinde değil ama genel anlamda toplumumuzun ileri gelenlerinin "kadın"a çok düşündürücü, manidar bulduğum yaklaşımları.
"Kahkaha atan, kocasız tatile çıkan kadınlar", "Çalışıp erkeklerin işlerini ellerinden alan kadınlar", "evde oturup çocuk yapmayan kadınlar" , "hamileyken sokağa çıkmaya cüret eden kadınlar", "erkeklerle eşit olmayan kadınlar", "mini etek giyip erkeklerin aklını başından alan kadınlar... Bir de,
"pembe otobüs olsaydı böyle olmazdı" diyebilecek cüretleri bulunanları nerelere kimlere havale edeyim bilemedim.
Dün gece itibariyle, vardığım sonuçta, bu toplumun, özellikle de ailelerin baştacı ederek, zıvanadan çıkarttığı erkeklerin çoğunlukla sapık olduğunu ve bu sapıklıklarını kadınlara her anlamda zulmederek bastırmaya çalıştıklarını düşünmekteyim.
"Biz o kadar sapığız ki, saçınızın telini, anamızın diz kapağını görmeye tahammülümüz yok" diyemiyorlar da "örtünün" emrini, işte öyle işlerine geldiği gibi yorumluyorlar. Kadınları örterken kendileri şort mayolarıyla denize/havuza girip vücutlarını tüm çıplaklığıyla sergilerken nasıl bir haz yaşadıklarını düşündükçe kusmak istiyorum. Ya da sokak ortasında sevgili "pipi"lerini karıştırırken etrafa attıkları utanmaz, umursamaz bakış yuh artık dedirttiriyor.
Bizzat yaşadığım bir örnek vermem gerekirse; üniversiteye başladığım ilk yıl, o koca anfide her sabah yer kapmaca vardı. "Çalışkan" öğrenciler, mikrofonu kullanmayan hocaları daha iyi duymak için yarışır, ilk gelenler kitaplarını, kanunlarını koyarlardı ön sıralara, birbirinin yanına. Defalarca bu şekilde yer tuttuğumu ve ders saati gelip de yerime yerleştiğimde, komşu kitabın sahibi "er kişi"nin, usulca, zinhar benimle gözgöze gelmeden kitabını alıp bir başka yere oturduğunu hatırlıyorum. Çünkü o "er kişi" malum zihniyetteydi, yanyana oturup ders dinlememiz bile kim bilir nasıl birşeydi onun gözünde. Kaç kez rencide olmuş, aşağılanmış hissettim kendimi. Ne o, ben sapık mıydım, vebalı mıydım? Yanıma otursaydı, dersin ortasında orasını burasını mı elleyecek, müstehcen notlar mı yazacaktım ona? Ya da o? Dersin ortasında kendine hakim olamayıp deli gibi öpecek miydi beni? En sonunda yer tutmaktan vazgeçtim ama bu insanların verecekleri hükümlere, savunacakları adalete nasıl güveneceğimi düşündüm durdum, işte geldik 17 yıl sonrası Yeni Türkiye arifesine..... Bugünkü aklım ve onca yaşanandan sonra artık kendimi değil, o er kişileri suçluyorum. Derste yanıma oturmayan, koridorda karşı karşıya gelince duvar dibine iyice yanaşıp gözlerini yere eğe eğe geçen, es kaza konuşmamız gerektiğinde asla tokalaşmayıp, gözlerimin içine bakmayan pis sapıklardan iğreniyorum. Çünkü biliyorum ki ben, melekler kadar masumum, hep öyleydim bundan sonra da öyle olacağım. Ama onun gözünde ben, benim kızım, yarın kız torunum sadece "pipi"miz olmadığı için cinsel bir objeyiz, tahrik sebebiyiz, yürüyen "vajina"larız.
Daha geçen cuma, laik eğitim için boykot vardı, gelen en büyük eleştirilerden biri her zamanki sakız söylem
"% 99'u Müslüman olan bu ülkedeeeeeeğğğğğ, salyangoz mu satıyorsunuz, çocukların dinini öğrenmesine neden bu kadar karşısınız, ahirette dinini öğrenmeyen çocuk yakanıza yapışmaz mı siziiiiinnnn, dindar nesil zorunuza mı gidiyor...." du. Oysa sorun din ya da laiklik, dünyevi ya da uhrevi kimlikler değildi. Sorun üst kimlik sorunuydu. Bir türlü kabul etmediğimiz, kendimize yettiremediğimiz "İNSAN" olmak/olabilmek ve sadece "İNSAN" oldukları için tüm insanların herhangi bir din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin eşit kabul edilmesi sorunuydu. Sorun, toplumsal olarak
evrensel değerlerimizin olmayışı, erkek sapıklığını pompalamaktan öteye gitmeyen yaşamlarımızdı.
Özgecan'ın annesi olduğumu bir dakika için bile hayal etmeye gücüm yok ama eğer onun adına birşey söyleyebilecek olsaydım şunu sorardım;
"Kabataş'ta, Gezi eylemcilerinin cinsel tacizde bulunduğu iddia edilen, kocaman bir yalan olduğu ortaya çıkana kadar sonuna kadar sahip çıktığınız, hakkında demeçler verdiğiniz, kürsülerden hönkürdüğünüz, seçim/istismar/sömürü malzemesi ettiğiniz, asla "neden oradaydı, tüm kargaşa hareketlerinde yaşanır bu tip olaylar, makuldür, neden üstünde duruluyor anlamıyoruz" demediğiniz, hayali bir türbanlı kadınla bebeğine gösterdiğiniz şefkat, koruma ve basın açıklamalarını neden kızımdan esirgediniz? Kızım, kanlı canlı, başı açık olduğu için mi?" Biz, bu sorunun cevabı kadar, geceyle gündüz kadar bölünmüş, birbirinden ayrılmış, ayrıştırılmış, asla iflah olmayacak, kara ipliğin ak iplikten ayrılacağı ana kadar lanetlenmiş bir toplumuz. Bizi bu hale getirenlere fırsat verdiğimiz/vereceğimiz ölçüde de aydınlığa kavuşamayacağımız aşikar.
Canım vatanımda sapıklık, ikiyüzlülük, riyakarlık, utanmazlık diz boyunu aşmış iyice yukarılara çıkarken, iki gündür, erkek sinek bile görmeye tahammülüm yok. Dolayısıyla, bugünden gayrı gerçek niyetin ne olursa olsun eğer "pipi"n varsa, peşinen, aksini ispatlayana kadar sapına kadar sapıksın ve
mesafeni koruyacaksın.