Nasıl başlayacağımı bilemeden yazıyorum. Dünkü elektrik kesintisi, ardından Başsavcımızın rehin alınarak katledilmesi, ardından Balyoz davası sanıklarının beraatlarına karar verilmesi, bu sabah Ak Parti Kartal binasına silahlı baskın.... aklım zaten almıyor da takip de edemiyorum olanları. Sersem gibiyim. Çorap bir kere sökülmeye görsün, çekiştirdikçe geliyor.
Hangi olaya üzülsem bilememekle beraber kalbim ve dualarım en çok Başsavcımızın yetim kalan iki çocuğuyla beraber. Öpmeye koklamaya kıyamadıkları babalarının son fotoğraflarını er ya da geç görecekler, basında yazılanları, olan biteni er ya da geç öğrenecekler ve o çocuklar bir daha asla aynı çocuklar olmayacaklar. Çocukluklarını, masumiyetlerini, güven duygularını (ç)alan bu düzenin bir an evvel yerle bir olmasını diliyorum. Çaresizlik en kötüsüdür, sıradan vatandaş olarak benim de içinde bulunduğum durum budur.
Olayların ardında ne olduğu ya da bir şeyler olup olmadığı, "karanlık güçlerin seçim arifesinde ortalığı karıştırmaya çalışması" beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor, kaldı ki bu söylemler inandırıcı da gelmiyor.. Lanet olsun elektriğe, Balyoz da malumun ilanıydı deyip konuyu Başsavcımıza getireceğim, terör benim kanayan ve hep sızlayan, varlığını asla unutmadığım yaram.
Terör korkutucudur, soğuktur, terörist aynı bir kamikaze gibi hedefine yönelir, hiçbir tedbir onu kolay kolay durduramaz, her ne şekilde ve ne pahasına olursa olsun görevini gerçekleştirir, sonunda ölür, öldürür, imha eder... çünkü terör budur, işte bu yüzden yasadışıdır. Dolayısıyla teröristlerin ne kılıkta bu eylemi gerçekleştirdiklerinin önemi yoktur. Dün sahte avukat kimliği kullanırlar, yarın sahte polis kimliği, öte gün temizlik görevlisi (sabancı ikiz kuleler), ardından kara çarşaflı bir bomba eylemcisi (Sultanahmet) ya da hiçbir şey kullanmadan olduğu gibi....
Önemli olan devletin, hükümetin, tüm güçleri ve yetkileriyle terörizme karşı kararlı mücadele etmeleridir. Bunu yaparken de teröre, terör diyebilmekten kaçınmamaları gerekir. Açık söylemek gerekirse, PKK ile masa başına müzakereye oturup da DHKP-C'nin (ya da bir başka örgütün) terör eylemlerini kınamak, garip, çelişik, samimiyetsiz, tutarsız ve kabul edilemez bir tutumdur. Dün akşam Başbakanımızın bize seslenişini dinlerken, yüz ifadelerine bakarken tam da düşündüğüm buydu. "Sayın Öcalan" diye hitap edilen kimse ve yandaşları, dünkü eylem benzeri hatta daha vahşi binlerce eyleme imza atmış bir kimselerdir. Yanılıyor muyum?
PKK'nın bugün itibariyle getirildiği konumun (açılım sürecinden bahsediyorum), diğer terör örgütlerini cesaretlendirdiği düşüncesi beni çok korkutuyor. Çünkü terör bir kez, "legal" hale getirildiğinde bu kötü bir emsal olur, ama emsaldir, bir umuttur....
Hiçbir şey bildiğim yok, felaket tellallığı da yapmak istemem ama bugün geldiğimiz durum, kendi ellerimizle hazırlanmış bir durumdur. Devlet, bir grup teröristle masaya oturup bir grup teröristin yaptığını kınamaktadır. Dolayısıyla çorap sökülmeye başlamıştır bence. Bundan sonra olabileceklerin sorumlusu "avukat cüppesi giymiş, elinde sahte avukat kimliği olan terörist"ler değil, terör ayrımı yapan idarecilerimizdir.
Başsavcımızın o minnacık masum çocukları da, terör mağduru yetimler kervanına katıldı. Onlar, tıpkı diğer yavrular gibi hiçbir zaman adalete inanmayacaklar, devlete güvenmeyecekler, basına inanmayacaklar, güvenlik tedbirlerine itibar etmeyecekler, akıllarında kalan son şey babalarının ağzı kapalı başına silah dayalı görüntüleri olacak.
Ve bir gün idareciler çıkıp, DHKP-C ile müzakere masasına oturduklarında (oturmayacaklarını söyleyebilir misiniz?), hayatlarındaki son hayal kırıklığını yaşayacaklar. Ve bir daha asla hayal kurmayacaklar. Tıpkı PKK'nın katlettiği binlerce insanın yakınları gibi.....
Terör, terördür. Her kime, hangi amaçla, ne şekilde işlenmiş olursa olsun. Terörle kararsız mücadele, terörü destekler, siz bitti sanırsınız ama o, pusuda bekler......