Eşimin internetten aldığı, Andrew Solomon'un, "Far From The Tree" isimli kitabı eve varıp da şipşirin kapağına aldanıp arka yüzünü ve iç sayfalarını okumaya giriştiğimde, bana kalsaydı bu kitabı alıp okumazdım, çok moral bozucu diye düşünmüştüm. Meğer çok yanlış bir düşünceymiş, bunu sonradan, kitabı okudukça, okuyup düşündükçe ve insan türüne farklı bir açıdan bakmaya başlayınca anlayacaktım.
Gel zaman git zaman, eşim kitaba gömülüp okurken beni de merak sardı, hem konuşacak ortak bir konu çıkar hem de İngilizce'mi unutmam düşüncesiyle sarıldım kitaba. Okuduktan sonra bir daha asla aynı insan olamayacağımı bilmiyordum tabii.
Andrew Solomon'un bu kitabı, "armut dibine düşmezse" ne oluru anlatıyor. Bizzat röportaj yaptığı, yıllarını alan inceleme, araştırma ve tanıma çalışmaları kapsamında, sırasıyla sağır, cüce, down sendromlu, otistik, şizofrenik, sakat, dahi, tecavüz ürünü, suç işleyen, trans çocukları, bu çocukların ve ana babalarının hayatlarını anlatıyor. Evet, gerçek, çok gerçek, eğer bir şekilde civarınızda yoksa sizin çok dışınızda, bilmediğiniz, bilemediğiniz, farkında bile olmadığınız, belki es kaza karşılaştığınızda "evlerden ırak" nidalarıyla uzaklaştığınız ya da "sirkteymişçesine" gözünüzü dikip her hareketlerini pür dikkat incelediğiniz, "armudun çok çok farklı bir yere düştüğü" hikayeler.
Evet, hamilelikteki testler çok güvenilir, çok çeşitli, birçok durumu önceden tespit edebiliyor ve siz, tamamen özgür iradenizle kararınızı verebiliyorsunuz. Ama biliyor musunuz bu kitaptaki bazı ebeveynler "ters" giden gebelik sonuçlarına rağmen çocuğu dünyaya getirmeyi seçiyor ve hayatları ona göre akıyor. Ya da başta herşey "normal" gözükürken, doğumla birlikte ya da çocuk belli bir yaşa gelince "farklılık"lar ortaya çıkıyor. Yani herkes ana babasına ya da ailesinin diğer üyelerine benzemiyor, genler aynı bir labirentte yol bulur gibi yüzyıllar öncesinden akıp geliyor ya da "işte öyle" oluyor.
Sağır ve cüce çocukların anne ve babalarının, eğer ana babaları kendileri gibi değilse, "sen sesleri duyabiliyor musun, neye benziyor?" ya da "boyum ne zaman akranlarımki gibi olacak?" sorularına mazur kaldıklarında yaşadıklarını düşünce kapsamına almak bu kitabın yarattığı bir farkındalık. Engelli çocuklarınsa, kendileri için korkunç fedakarlıklarda bulunan anne babalarının farkında bile olmamaları, bu insanların bir kez bile çocuklarından "anne, baba" kelimelerini duymayacak olmaları hayatın bir başka soğuk yüzü. Trans çocuklar açısından dikkatimi çekense, daha bebeklik çağında mesela 6 aylıkken kendi öz cinslerinden olmayan renk ve oyuncaklara aşırı tepki vermeleri oldu. Mesela kız bebeklerin, mavi giydirildiklerinde saatlerce ağlamaları gibi.
Dünyaya getirmeye karar verilmesi en zor çocuklardan biriyse, tecavüz ürünü çocuklar. Anne, bu çocuğu dünyaya getirdiğinde her daim o felaket olayı hatırlıyor, bunu suçlusunun çocuk olmadığını bildiği halde ona bağlanmakta sıkıntı yaşayabiliyor, çocuğu dünyaya getirdiği için ailesinden tepki görebiliyor vs.
Peki ya çocuğunuz suç işlerse? Andrew Solomon, kitabında bir arkadaşıyla okulu basıp öğrencileri öldüren ve sonrasında intihar eden bir çocuğun ailesiyle röportaj yapmış. Hakikaten okumaya, düşünmeye değer. Yoksa siz, "ben çocuğumu çok iyi yetiştiriyorum, onu çok iyi tanıyorum, gayet de uysal bir çocuktur" diyenlerden ve buna çok inananlardan mısınız?
Bu kitabı okuyuncaya kadar, dahi bir çocuğun süper bir fikir ya da şans olduğunu düşünüyordum. Meğer değilmiş. Dahi bir çocuğun da kendine göre zorlukları varmış. Özellikle de ana babanın, dahi çocuğu sömürür hale gelmesi ve bu tip çocuklarda intihar oranlarının yüksekliği, kitabı okudukça farklı dünyalar olduğunu anlamama yardım etti.
Tüm bu değişik hikayeler arasında benim açımdan en acı olanı, suç işleyen çocuklar. Çocuğun illa birini öldürmesine gerek yok tabii, insanların hayatlarını mahfeden yalanlar söylemesi, iftiralar atması, nankörlük etmesi bile yeter.
Kitabı okudukça anladım ki, birbirimizi tanımıyoruz, farklı hikayelere kapalıyız, önyargılıyız, düşüncesiziz, çocuklarımızı da kendimiz gibi yetiştiriyoruz. Her yıl, çeşitli yaşlarda 770 engelli öğrenci, sırf bizler çocuklarımıza "engelli arkadaşlarına nasıl davranacaklarını" öğretmediğimiz için okulu bırakıyor. Ki bence buradaki engelli sözü geniş anlaşılarak "farklı" olarak değiştirilmeli. Bunun ötesinde "farklı" bireylerin yaşamını kolaylaştıracak okullar, alışveriş merkezleri, sağlık kurumları, sosyal yayınlar yok denecek kadar az. Sağır olduğunuzu ve bir lokantada sipariş vermeniz gerektiğini düşünün ya da tekerlekli sandalye ile markete gitmeyi deneyin ya da gözlerinizi kapatıp yemeğinizi yemeye çalışın ya da tüm bunları etrafınızdaki tüm gözler sizi seyrederken yaptığınızı hayal edin ..... Maalesef kitaptaki en çok yakınılan konulardan biri bu, "çocuğumla nereye gitsek herkes işini gücünü bırakıp bizi seyrediyor hatta parmaklarıyla işaret ediyor".
Andrew Solomon'un korkunç emek vererek, yayın dünyasına kazandırdığı bu kitabın en kısa zamanda dilimize çevrilmesini ve sadece akademik çevrelerde değil, sıradan insanlarca da okunmasını dilerim.... birbirimizi daha iyi anlamak, yargılamadan önce bir kez daha düşünmek, hayatın dayanışarak ve hep birlikte daha kolay ve yaşanası olduğunu bilebilmek, orkestra ahengini yakalayabilmek için...
Neden Ambalajlı Süt?
4 yıl önce