Geçen hafta, İstanbul’u
etkisi altına alan karlı, buzlu günlerden birinde dışarıdaydım. Her tarafımı
sımsıkı kapatmış olmama rağmen titriyordum, evet anemi var bende, ama hava da
soğuk mu soğuktu işte. Metro istasyonuna giderken gördüm onları, 3 küçük çocuk
ve 2 kadın. Çocukların üstünde var-yok, kadınlar eh işte, dileniyorlar. Ah
kafam ah, hiç aklıma gelmedi, içim parçalanarak, benim gibi binlerce insan gibi
yanlarından geçtim gittim. Varlar mıydı, yoklar mıydı, onların bu halde
olmasına nasıl göz yumuyorduk bilemiyorum, çok üzgünüm, hiçbirimiz insan
değiliz.
Ertesi
gün yine aynı manzara, bu sefer şeytan dürttü hatırladım ve hemen İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili telefonunu aradım. (Daha evvelki maceram
burada.) Kibar bir genç adam çıktı karşıma. 3 çocuk, 2 kadının iki gündür aynı
yerde sokakta olduklarını, yardım edilmesi gerektiğini söyledim, yerlerini
tarif ettim. Ancak telefondaki yetkili bana ısrarla bu kişilerin Suriyeli olup
olmadığını sordu. Bilemediğimi, çünkü onlarla konuşmadığımı, kaldı ki bu
soğukta ne fark edeceğini sordum. Meğer Suriyeli iseler emniyet güçleri
ilgileniyormuş da, yani kendileri yetkili değilmiş de…… “İnsan bunlar” dedim
nihayetinde, hayır bağırmadım, çünkü anladım ki karşımda “otomatik” değil ama
“şartlı” bir robot var. İlgileneceklerini söyleyip telefonu kapadı ve yarım
saat sonra bu sefer bir başka yetkili, bir hanım aradı beni. Yine aynı şekilde
bu insanların Suriyeli olup olmadığı, dilenip dilenmediklerini sordu bana.
“Evet, para alıyorlar” dedim, “ne fark eder ki, küçük çocuklar var aralarında,
sokaktalar….” “Dileniyorlarsa, onların aslında evleri var, bu soğukta
kendilerini acındırmak için sokağa çıkıyorlar” son olarak aldığım “insani”
cevaptı. Sustum, boğazım düğümlendi. Diyemedim ki, “bre yetkili, hadi kadınlar
neyse, 18 yaş altı 3 çocuk bu soğukta sokakta kalamaz, dilendirilemez, bu
velayetin/vesayetin kaldırılması sebebidir, hiç mi hukuk bilmiyorsun. Devlet
yetkilileri olarak sizlerin duruma el koyması gerekir.”
Hakikaten
de öyledir. Bir kimse, velayeti ya da vesayeti altında olan kişiye bakmıyor,
bakamıyor ya da bu hakkını kötüye kullanıyorsa, devlet kurumları müdahale eder,
bakıma muhtaç kişiyi himayesine alır (Çocuk Esirgeme Kurumu, Darülaceze vs vs
), ortada bir suç varsa da yetişkini cezalandırır. Bu kadar basit, kolay ve
nettir. Tabii eğer ortada sosyal devlet varsa. Peki o devlet uyuyorsa?
Akşam
oldu, evdeyim, ama huzursuzum, gözümün önünden en küçük kız çocuk gitmiyor. Hani
biraz cesaretim olsa, birbirine yapışmış yağlı saçlarına aldırmadan kucaklayıp,
“kardeş” diye evime, Defne’ye getirmek üzere olduğum küçük kızda aklım. Düşün
taşın, derken aklıma İBB’de hatırı sayılır bir görevdeki, eski bir tanıdığım
geldi, apar topar onu aradım, durumu anlattım, sağ olsun ilgileneceğini,
yetkili bölümün müdürüyle direkt konuşacağını vs söyledi de bir nebze
rahatladım. Daha fazla ne yapabilirim ya da yapabilirdim bilemiyorum.
Şimdilerde
aklımda “9-19-29” projesi var. Her ayın bu günlerinde çekilen piyangolardan
bilet alsam ve büyük ikramiye bana çıkarsa bu çocuklar için bir vakıf kursam
diyorum. Böylece kimseye yalvarmadan, aracı koymadan, kendi elimle yardım
götürsem bu küçüklere. Hayallere dalıyorum sonra. İkramiye bana çıkmış. En yakın
ve güvendiğim, çeşitli mesleklerdeki arkadaşlarımı/tanıdıklarımı arıyorum,
hiçbiri beni kırmaz, kırmıyorlar da. Vakfı kuruyoruz, bahçeli kocaman bir ev. İçinde yatakhane, yemekhane, kütüphane, oyun alanı, TV salonu vs var. Sonra
çocukları tespit ediyoruz, tek tek, hukuki zeminleri de hazırlayarak alıyoruz
bu yavuları, “eve” yerleştiriyoruz, sağlık kontrolünden geçiyorlar, tertemiz
giysiler giyiyorlar, karınları doyuyor, belki hayatlarında ilk o gece "acaba tecavüze uğrar mıyız endişesi olmadan gözlerini yumuyorlar"...... Yuva çağındakiler o evde yetiştiriliyor, daha büyükler
civardaki okullara gidiyor. Sadece 18’e gelene kadar değil, iyi bir meslek
edinip ayakları yere sağlam basana kadar “yuva”lık ediyoruz onlara……. (lütfen
uyandırmayın, rüyamın en güzel yerinde, pembe panjurlu o evdeyim)……………