Neredeyse 1 ay önceydi. Tatile çıkmamıza az zaman kala Defne beta pozitif, tüm alışverişim kalmış, bıkkın- bezgin, sadece İstanbul'dan uzaklaşmak isterken, elinde, doğum günüm ve hazırlanamadığım tatilim için düşündüğü bir hediye paketi komşum geldi. Sağ olsun, Kürşat Başar'ın uzun bir aradan sonra yazdığı kitabı Yaz'ı getirmiş.
Yaz, her zamanki gibi duygu yüklü bir kitap, severim Kürşat Başar'ı. Sadece onu mu? Bu kadar düşünülmeyi, ilgilenilmeyi, hayat paylaştıkça güzel öyle değil mi?....
Yaz, öyle böyle dolu dolu başlayan ve anca birinci ayın dolmak üzere olduğu şu günler belli bir rutine oturmaya başlayan, sıcak aylar dilimi. Büyük bir sürpriz olarak, eşimi İstanbul'a uğurladığımız o ilk akşam ansızın geliveren ilham perisiyle başladığım, kim bilir bitirebilecek miyim dediğim ilk kitap denemem.
Bizzat yaşadığım ya da bana anlatılanlardan yaşamış gibi hissettiğim ya da önünden geçerken bir parçası olduğumu hayal ettiğim evler / dört duvarlar / anılar desem ve daha fazla tüyo vermesem....
Yılın bu en sevdiğim mevsiminde, benim için en anlamlı mevsiminde yaz'maya başlamak garip ama bir o kadar kişisel tarihimle uyumlu bir gelişme. Hayatımın başlangıcı olduğu kadar, yitirişleri, en şen kahkahaları, en güzel müzikleri, seyahatleri, artık olmayan kalabalık sofraları barındıran yaz, kim bilir belki kitabımın da doğum yıldönümü olacak....
Gözlerimi kapıyorum, kulaklarım yüzyıllardır değişmeyen dalga seslerinde. Çoook eskilerde bir ev beliriyor. En çok, denize nazır terası aklımda. Duvarlardan birine, tek başıma erişemeyeceğim yükseklikte bir yere büyükbabamın çaktığı çivide, yeşilli beyazlı, kocaman bir kafası olan ördek şeklindeki can simidim sallanıyor. Tüyü bitmemiş yetimin hakkıyla inşaa edilen ve normal şartlarda en ufak bir kullanım kusurumuzu kabul görmeyen büyükbabam, o duvarlara ilk ve son kez benim için delik açılmış....Akşam olmuş, artık uyumalıyım, ama ertesi sabahın heyecanından gözüme uyku girmiyor, "ya kaçırırsam onu???" Dalgaların sesini dinleyerek uyumaya çalışıyorum ama kolay değil, sabah demek deniz demek, yüzmek demek, gecenin mahmurluğunu serin sularda yıkamak, göl gibi duran Marmara'da sefa sürmek demek. Hafif tıkırtılarla gözümü açtığımda çabuk olmam gerektiğini, yanıbaşımda uyuyan anneme yakalanmadan, bir an evvel terasa çıkmak zorunda olduğumu biliyorum. Artık alıştığım hareketlerle mayomu giyiyorum, terliğe gerek yok, işte dışardayım. "Sen de mi uyandın?" diye soruyor büyükbabam, "bitti mi uykun, daha çok erken?". Gözüm, çivide asılı can simidimde, "ben de gelebilir miyim?" diye, sanki reddedilme ihtimalim olabilirmiş gibi soruyorum. El ele merdivenleri inip denize adım atıyoruz, suya yavaş yavaş alışan büyükbabamı taklit ediyorum. Önce kollar, sonra boyun, göğsümüz, bir yandan yürüyoruz derine doğru, ha bu arada sımsıkı sarılmam gereken ördeğim.... İlk ben, sonra büyükbabam, sulara bırakıyoruz kendimizi. Foş foş foş....... Dubalara, ardından sala varıyoruz. Hiç korkmuyorum denizden, yüzmekten, suda olmaktan. Boşuna değil o ördeğin duvara çakılı olması, mazallah alır başımı giderim engin denizde.
Defne koşuyor yanıma,"anne, ben bugün denize girmiiiceeeemmmm" müjdesini veriyor sanki her gün farklı birşey söylermiş gibi, " peki sen bilirsin" diyorum hayal kırıklığımı saklamaya çalışarak, "ben büyükbabamla yüzerim".
Neden Ambalajlı Süt?
4 yıl önce
Ne güzel kitap yazmanız. Artık heyecan ve merakla bekliyoruz. Bende hatırladım Ankara'dan her yaz İstanbul'a geleceğimiz gün o gece uyuyamazdım. İstanbul'a varınca da hemen o anda denize girmek isterdim. Çocukluk ne güzel. Keşke hep öyle kalsa insan tertemiz duygularla, sevgiyle. Çok güzel bir paylaşım olmuş.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Ilhan bey, valla bir ben eksik kaldım kitap konusunda eli kalem tutan yazıyor :) bakalım ne çıkacak ortaya... Çocukluk çok güzel evet, Defne'nin gözlerindeki parıltı bana hatırlatıyor... Çok masumlar ama işte hayat... Teşekkürler güzel yorumunuza :)
YanıtlaSil